Connect with us

RÖPORTAJLAR

Sn. Levent AYDEMİR – KUVEYT

Published

on

Kuveyt Milli Takım Teknik Direktörü Sn. Levent AYDEMİR ile Sn.Hasan OKUŞ’ un Röportajı:

S1: Oss, önce ülkemize sonra da sitemize hoş geldiniz.

C1: Oss… Hoş bulduk, teşekkürler.

S2: Bugün gördüğünüz gibi ülkemizde yapılan ümit genç dünya şampiyonası vesilesiyle siz ve sizin gibi yurt dışında görev yapan bir çok değerli senseimiz burada, şimdi bizler bu fırsat ülkemizi yurt dışında temsil eden siz değerli senseilerimizin yurt dışı tecrübelerinizi genç antrenör arkadaşlarımıza aktarabilmek,

yurt dışında antrenör olmanın zorlukları ve getirilerini birinci ağızdan paylaşıma sunabilmek için bir röportaj dizisi başlatmak istiyoruz. Aslında bu röportaj dizimizi ileri de bir şekilde “iz bırakanlar” başlığı altında Türk Karate DO sunun bütün katmanlarına yayarak bir anlam da Türk karate DO tarihine baş vuru kaynağı oluşturabilecek bir derinliğe sürükleyeceğiz. Ama önce ileri karakollarımız da bir başına mevzi kazan TÜRKİYE yi yaşayan ve yaşatan sizlerle olmak istiyoruz.  İsterseniz bu nokta da hemen sözü size bırakayım çok kısaca biyografiniz..?

C2: 1970 İstanbul doğumlu olup evli ve bir çocuk babasıyım. Marmara Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksek okulu son sınıf öğrencisiyim. İleri derece İngilizce ile birlikte orta derece Arapça biliyorum. Karate DO çalışmalarına 1980 yılında sensei İsmet TURNA nın dojosunda başladım. 1987 milli takım çalışmalarına alındım. 1988-1998 yılları arasında aralıksız milli takımlarımız da görev yaptım. Bir çok Türkiye şampiyonlukları yanı sıra 1990 Hanoffer 75 Kg Avrupa 3.lüğü , 1996 Fransa açık sıklet Avrupa 3.lüğü ve de 2 kez Dünya karmasına seçildim. Total de 150 den fazla milli takım da görev yaptım.

S3: Müsabıklık yaşamınız boyunca sürekli Kamikaze kulübünde miydiniz..?

C3: Kamikaze bizim doğum yerimiz tabi ki bağlarımız hiç kopmadı ama Sarıyer Belediyesi Spor Kulübü ve İstanbul Emniyet Spor kulübü adına da müsabıklık yaptım.

S4: Antrenörlük fikri ne zaman oluştu..?

C4: Müsabıklık yaşamınız boyunca sürekli en iyi olmak için yoğunlaşıyorsunuz, kendi eksikleriniz, rakiplerinizin artı ve eksileri falan, sonra spor bilimi üzerinde derinleşmeye başlıyorsunuz… Tabi bu birikimleri zamanı geldiğinde aşağıdan gelen gençlerle paylaşmak gibi bir duygu ağar basmaya başlıyor. Yani ben 1997 yılında bu duygularla açılan antrenör kurslarına katıldım ve daha sonra da müsabıklık yaşamıma son verdim.

S5: Müsabıklık yaşamınızı noktaladıktan sonra Türkiye de Antrenörlük yaptınız mı..?

C5: Evet tabi, 1999-2000 İstanbul Emniyet Spor Kulübü, 2000-2001 İst. Büyük Şehir Belediyesi Haldun Alagaş Spor Kompleksin de Karate den sorumlu antrenör olarak görev yaptım.

S6: Peki yurt dışı..?

C6: 2001 yılın da Kuwait milli takımından teklif aldım, tabi evlisiniz yerleşik bir düzeniniz var her şeyi bırakıp yeni bir yaşam biçimi içersine girmek konusunda karar vermek kolay olmuyor. Dolayısıyla bu teklif ortaya çıktığın da kendi kendime şunu sordum “uluslararası boyutta tecrübeler edinmek Karate DO konusun da derinlik kazanmak istiyor musun.!?” Sonra da içimde ki sesi dinledim ve 2001 yılı Temmuz ayında Kuwait Karate Federasyonun da göreve başladım.

S7: Yani 2001 Temmuzundan bu yana Kuveyt mili takımı antrenörüsünüz değil mi?

C7: Aslında KKF da 2001 Temmuzun da başladığım milli takım antrenörlüğü görevim 2005 Temmuzundan itibaren Milli Takım Teknik direktörlüğüne dönüştü ve halen de devam ediyor.

S8: Yuvarlak olarak 7 yıldır yurt dışında yabancı bir ülke de görev yapıyorsunuz bu oldukça uzun bir sure, tabi adetleri,töreleri farklı bir ülkede çalışmanın kendi içerisin de pek çok zorlukları barındırdığı da

muhakkak. Şimdi gurbetlik falan bir yana yabancı bir ülkede görev yapmanın ön şartları nelerdir, böyle bir göreve talip olacak insanlarımıza yol göstermek anlamında bizimle tecrübelerinizi paylaşır mısınız..?

C8: Evet bu çok önemli bir soru. Önce tabi ki iyi derece de dil bilmek gerekiyor. Hemen ardından sorumlu olduğunuz, yönetip motive edeceğiniz insanların ait olduğu toplumsal değerlerini doğru tanımlamanız o değerlerin içerisine nufzetmeniz gerekiyor yoksa ne kadar dil bilseniz yine arada kopukluklar oluşuyor. Uluslararası yarışmalarda sporcuya doğru taktikler vermek kadar hakem paneline karşı yarışma kurallarını çok iyi bilen bir koç olduğunuzu hissettirmeniz, onların sizin karşılaşmalarınız da daha titiz olmalarına zemin yaratmanız gerekiyor. Lojistik desteği her an arkanızda hazır tutmak için İdarecilerle bilgi akışınızı çok sağlıklı tutmanız gerekiyor. Tabi ki teknik ve taktik anlam da bir antrenör olarak güçlü bir alt yapıya sahip olmanız gerekiyor… Aslında çok komplike bir olay ve bu olayların her biri diğerine destek veriyor. Galiba özet olarak şunu söylemek gerekiyor., Profesyonelsiniz , çalıştığınız kurum evinizi ,arabanızı veriyor, maaşınızı aksatmadan ödüyorlar ama kontratlarınız yıllık, her yıl sezon bitiminde olimpiyat komitesi görevlileri ile Federasyon idaresi oturup yıl boyunca yapılan çalışmaları denetimden geçiriyorlar, eğer kontratınızı bir yıl daha uzatmak istiyorsunuz her yıl çıtayı biraz daha yükseltmeniz gerekiyor. En küçük bir başarısızlığa tahammülleri yok. Onun için iyi olmak, profesyonelliğin gereklerini sonuna kadar yerine getirmek zorundasınız. Dilerim yurt dışında görev yapmaya talip olacak insanlarımız için bu söylediklerim yol gösterici olur.

S9: Kuveyt coğrafi konumu itibarıyla bir Asya ülkesi yani bizim geleneksel hale dönüşen Uluslararası Boğaz İçi Turnuvamız, Balkan Şampiyonamız,Avrupa ve Dünya şampiyonası gibi hedeflerimiz oluyor. Siz o coğrafya da hangi yarışma hedeflerine odaklanıyorsunuz..?

C9: Bu bölgede her yıl düzenlenen Haliç turnuvası var, Bahreyn, Saudi, Katar, BAE, Kuveyt, Umman gibi bölge ülkelerini kapsayan ama çok önem verilen bir turnuva bu. Her iki yıl da bir Arap Şampiyonası ki bu Kuzey Afrika dan buralara kadar çok geniş bir coğrafyaya yayılan büyük bir turnuva, Open Paris, Boğaz içi, Hollanda open, İslam Oyunları, Asya Şampiyonası, her 4 yılda bir Asya olimpiyat oyunları ve Dünya şampiyonaları başlıca bu turnuva ve organizasyonlara katılıyoruz.

S10: Çok kısaca bu yarışmalarda Kuveyt ‘in kürsü şansı nedir..?

C10: Öncelikle şunu söylemeliyim, Kuveyt nüfusu da yüz ölçümüyle orantılı olan küçük bir ülke. Kendi kıtamızda Japon ya, İran gibi dünya Karatesinde de söz sahibi ülkeler var ki biz onların 70’te, 80’ de bir nüfusa sahibiz açıkçası savaşımız imkansıza karşı..!

S11: Evet tespitleriniz doğru rakipleriniz çoktan seçme şansı olan ülkeler sizse elinizdeki tüm imkanları sonuna kadar kullanmak durumundasınız. Peki soruyu bir de şöyle tekrarlayalım Kuveyt katıldığı uluslararası şampiyonlarda nasıl bir madalya sıralaması elde ediyor.

C11: Her şeye rağmen Kuveyt bölgesinde Karatenin lider ülkesi her yıl yapılan Haliç turnuvasının açık ara lideriyiz, daha geniş bir örnek vermemi isterseniz 5 sporcu ile katıldığımız son Asya Olimpiyatlarında 2 altın 1 gümüş çıkarttık …

S12: Sensei o bölgede görev yaptığım süreçte tanık olduğum bir şey var, ben sormazsam sizin değinmeyeceğinizi biliyorum ve şimdi yeri gelmişken onu da açalım istiyorum, size Kuveyt’in sağlamış olduğu maddi olanaklardan çok daha cazip imkanlar sunan ülkeler oldu ama siz o transferleri reddettiniz  neden..?

C12: Buraya geldiğimde Kuveyt Karatesi fasit bir dairenin içerisinde kendisini tekrar edip duruyordu. İlk yıllarda Sporcu ve idarecilerin güvenini kazanmak, bir sistem kurup onu oturtturmak için yaşadığım zorlukların siz yakın tanığısınız. Yani tam sistemi kurduğum dereceler gelmeye başladığı, alt yapının belirginleşmeye başladığı ve Federasyonun teknik anlamda tamamen benim sorumluluğuma verildiği bir süreçte ortaya çıktı bu teklifler. Evet teklifler hakikaten kışkırtıcı idi ama para her şey değil ki… Bir antrenör olarak kurduğunuz sistemin işlediğini görmek, ekibinizi arzu ettiğiniz hedeflere kanalize edebilmek ve tabiri caizse ipi göğüslemek hiç bir maddi karşılığı olmayan ve her antrenörün yaşamak istediği bir hazdır. Biraz daha fazla maddi imkanlar var diye hedeflerime ulaşmaya başladığım bir süreçte yeniden sil baştan başka bir ülkeye gitmeyi ilke olarak doğru bulmadığım için o tekliflere sıcak bakmadım.

S13: Peki bunca yoğunluğun içerisinde kendi gelişiminize, kendinizi şarj etmeye fırsat yarata biliyor musunuz.

C 13: Tabi ki bunu yapmak zorundayım, antrenörüm ama yarışma kurallarını en az faal bir hakem kadar yakından takip etmek zorundayım bunun için WKF nin açtığı kurslara katılıyorum evet hakemlik yapmıyorum ama WKF nin resmi hakemiyim. Teknik direktörlük kurslarına katılıp bilgi ve tecrübelerimi

tazeliyorum, şu an lisansiye teknik direktörüm. Bilgi nerede ben oradayım, bu uzun soluklu bir koşu, bir an için durmak bile çok gerilere düşmek anlamına gelir..

S14: Bu pek hoşuma giden bir soru değil aslında ama tamamlayıcı olması açısından sormadan da geçemeyeceğim DAN durumunuz..?

C14: TKF (2002) 5. DAN, Dünya Shotokan Karate Federasyonu (2002) 5. DAN,

WKF 5. DAN, Japon Shotokan Karate Federasyonundan da (2006) 6. DAN, ım.

S15: Siz geleneksel anlamda Shotokan Karate DO yapıyorsunuz ama çalıştırdığınız takım spor Karate ile tatemilere iniyor sizin kişisel anlamda katıldığınız gelişim seminerlerinde tercihiniz ne yönde oluyor Spor karate mi yoksa Geleneksel Karate Do seminerlerine mi gidiyorsunuz..?

C15: İlginç bir soru. Son yedi yılda bu dengeyi iyi ayarladığımı sanıyorum, katıldığım onlarca kurs oldu Geleneksel anlamda radikal Shotokan kurslarında da vardım, spor Karate nin hemen bütün üst düzey kurslarında da vardım…

S16: Peki TÜRKİYE deyince aklınıza ilk gelen şey ne oluyor.

C16: Toprak, Vatan, Bayrak.

S17: Anlıyorum, orada ne kadar iyi koşullar yaratılsa da yine de vatan diyorsunuz daha kaç yıl kalmayı düşünüyorsunuz…

C17: İstifa dilekçemi geldiğim yıllarda kompitürüme yükledim eğer kendime biçtiğim misyonda bir yeterlilik hissi yakalamasaydım daha o zaman dönerdim, çok şükür kendim için ön gördüğüm bütün hedeflerimi sonuna kadar gerçekleştirme şansım oldu ama hani bülbülü altın kafese koymuşlar yinede vatanım demiş o misal bilgisayarımda yüklü duran dilekçemi her an print edebilirim…

S18: Aslında bütün bilgi ve birikimlerinizle buradan öte Türk karatesine hizmet adamlığı yapmanızı biz cani gönülden arzu ederiz ama tabi ki dönüş kararı size kalıyor…

C 18: Kısmet…

S 19: Sensei bizi kırmayıp röportajımıza konuk olduğunuz için hem sitemiz hem de sizin de üyesi olduğunuz Türk Karate-DO ailesi adına teşekkür ediyoruz…

C 19: Ben teşekkür ediyorum…

Oss…

Oss…

Röportaj : S.Hasan OKUŞ

Editör: Fatih Mehmet DOĞAN

Continue Reading
Click to comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

RÖPORTAJLAR

Sn. Dr. Alev ORAL

Published

on

Hasan OKUŞ: Sensei oss… Öncelikle Türk Karate DO ailesi adına anavatana hoş geldiniz diyorum. Tabii ki röportajımız için bize zaman ayırmış olmanızdan ötürü de teşekkür ederek söze başlamak istiyorum.

Sensei Dr. Alev ORAL: Hoş bulduk, ben de sizlere teşekkür ediyorum, burada sizin aracılığınızla camiamızla bir araya gelmek güzel bir duygu.

Hasan OKUŞ: Sensei sizinle tarihin derslerle dolu koridorlarında bir gezinti yapacağız, bundan kesinlikle nostaljik bir söyleşi yapacağımız anlaşılmamalı, burada sizin Karate DO yaşamınıza ait anılarınızdan yola çıkarak tarihe tanıklık eden yanınızı açığa çıkartmak, ulusal ve uluslararası tecrübelerinizi bir şekilde röportajımıza konu ederek Türk Karate DO’su adına bir yarar elde etmek amacındayım. İlk sorum şu, Karate DO yaşamınızdan önce başka aktivasyonlar var mı? Karate DO çalışmalarına nerede ve ne zaman başladınız?

Sensei Dr. Alev ORAL: 1966 yılında Judo ile çıktım yola, sonra iki yıl aletli jimnastik var, 1971 yılı sonlarına geldiğimizde İstanbul / Sultanahmet’te bulunan Amerikan dershanesinde Hakki KOŞAR Senseinin yanın da Karate DO yaşantım başladı.

Hasan OKUŞ: Sensei 1966 Judo diye başladınız söze, bu Türk Budo’sunun 42 yıllık tarihi demek. Karate açısından da neredeyse 40 yıla varan bir geçmişten söz ediyorsunuz, bu bir ömür anlamına geliyor, Bushido sanatlarına vakfedilmiş saygıyı hak eden bir ömür! Size burada ki sorum o yılların Karatesiyle ilgili olacak, yani o dönemde bir antrenmanda neler yapılırdı, kulüpler, dojolar, İstanbul ve Anadolu da Karatenin yaygınlığı, Karate denilince kamuoyundaki algı neydi?  Biraz soru içinde soru oldu galiba ama siz şimdi çok genel olarak bir yerden başlayın, ben yeri geldikçe bu soruları açmanızı isteyeceğim.

Sensei  Dr.Alev ORAL: Amerikan Dershanesi şimdi ne amaçla kullanılıyor bilmiyorum ama 1970’li yıllarda pek çok sporseverin çeşitli aktivitelerine hizmet etmekte idi.  Haftada 2 gün Sensei Hakkı KOŞAR’ ın derslerine katılmaya 1971 yılı sonunda başladım. Yüksek tavanlı çok büyük bir spor salonu idi. Dersleri bizzat Senseinin kendisi veriyordu. Çok kalabalıktık, ama müthiş bir çalışma temposu vardı. Hemen her derste Dojo Kumitesi yapılırdı. Zamanın ünlü Sempaileri Kazım AKTAN, Ramazan SELEK ve Bülent BAKKALOĞLU da Senseiye derslerde asistanlık yapmakta idiler. Kısa bir müddet sonra çalışmaların daha verimli olduğunu düşündüğüm Osmanbey Dojosuna geçtim. O sıralarda Sensei bir gurup öğrencisi ile bir Avrupa turu planlamakta idi. Tura bende katılmak istedim ve tabii reddedildim. Ama daha sonra kendilerine çevirmenlik yapma teklifim kabul edildi. Böylece benim Karate yaşantımın miladı başlamış oldu.

Hasan OKUŞ: Sensei, Türk Karate tarihinden bahsedilecekse bu yurtdışı turnelerinin anlam ve içeriği çok iyi anlaşılmalı diye düşünüyorum. Bu başta içersinde bulunduğunuz bu Avrupa turnesini biraz açar mısınız?

Sensei Dr. Alev ORAL: Bence bugün de geçerli olmak üzere dünyanın en cesur 5 karatecisi ile önce İngiltere’ye doğru Chevrolet marka bir taksi ile yola çıktık. Kafilede Sensei Hakkı KOŞAR, Kazım AKTAN, Uğur KESİM, Ramazan SELEK ve Mitat OKAY, sempailerin yanında ben, Meltem KOŞAR ve Trabzonlu şoförümüz vardı. Çok zor ama zevkli geçen bir yolculuk sonrası Londra’ya vardık. Hiç vakit kaybetmeden Enoeda Senseinin kulübüne gittik. Tomita Senseiye maç yapmak için geldiğimizi söyleyince gözleri fal taşı gibi açıldı. Bizim bu cesaretimiz herhalde daha önce hiç görülmemişti. 3000 km yol gel ve dünyanın en ünlü hocasının kulübüne maç teklif et, olacak şey değil.

Hasan OKUŞ:  Kullanılan aracın şoförü ile beraber  salon tipi bir araçla 8 kişinin  6 gümrük vizesiyle 3000 kilometre yol  alması deve sırtında Hacca gitmek gibi bir şey olmalı. Peki, Tomita sensei karşılaşma teklifinizi bir meydan okuma gibi algılamadı herhalde?

Sensei Dr. Alev ORAL: Yok öyle bir algılama olmadı, bir kötü niyet söz konusu değildi.  Bütün bu maddi ve manevi fedakârlıklarda amaç Karate bilgisinin arttırılması, Türk Karatesinin dünya Karatesi ile entegrasyonu idi. Aynı gün akşam seansında birlikte çalışmak ve maç yapmak için davet edildik. İngiliz milli takımında da yer alan sporculardan oluşan bir takım ile (en ünlüsü Dave HAZARD idi) ikişer defa maç yapıldı. Çok  mutlu ve özgüven kazanmış bir biçimde  Dojo dan ayrıldık. Ertesi gün Wado Ryu ekolünün ünlü hocası Tatsuo SUZUKİ senseinin kulübüne gittik.Onlara da aynı teklifi ilettik, bizi akşam seansına davet ettiler ve bu kez İngiliz Karateciler yerine kulübün iki Japon hocası (İkiside 5.Dan) bizim takım elemanları ile dövüştüler.

Hasan OKUŞ: Daha sonraki yıllarda sensei Dave HAZARD’ı özel bir seminer için İstanbul’a getirdiğinizi ve çok yararlı çalışmalar yapıldığını hatırlıyorum. Yani bu turne bir anlam da sonraki yıllara da sarkan verimli bir ilişkinin başlangıcı olmuş. Peki Enoeda, omita  ve Tatsuo SUZUKI sensei ile geliştirdiğiniz bu yararlı çalışmalardan sonra Türkiye ye mi döndünüz?

Sensei Dr. Alev ORAL: Ertesi gün Fransa’ya yollandık ve Paris’te Sensei T.KASE’nin dojosuna gittik. Hakkı KOŞAR senseiyi tanıması nedeni ile bize dojosunu açtı ve bir ay misafir etti. Benim haricimde tüm takım bir ay boyunca hemen her gün üst düzey Fransız sporcularla antrenman yaptılar. Ben ise her dersi büyük bir dikkatle izledim. Öyle ki Tai Sabaki çalışmaları bugün bile gözümün önünde. Bir ay sonra Türkiye’ye döndüğümüzde Bassa Dai ve Empi Katalarını şeklen çizebiliyordum. Bu seyahat Türk Karatesine büyük bir ivme kazandırdı ve Batı ile arasındaki farkı azalttı.

Hasan OKUŞ: Sensei bakın bugün Japonya’da yapılan dünya Karate şampiyonası (Kasım 2008) Büyük erkekler takım kumite şampiyonasında ülke olarak Karate geçmişi bizden çok daha eski olan İngiltere, Fransa, İspanya, Almanya gibi ülkeleri geride bırakarak kürsüye cıktık. Çok gurur verici bir tabloydu. Bu tablonun oluşumu bana göre 1970 yılında Avrupa’ya acılan dünyanın en cesur beş Karatecisi olarak tanımladığınız insanların başlattığı o ilk adımlar üzerine kurulu. Arkanızda bir devlet desteği yok, kendi maddi olanaklarınızla  8 kişiyi bir araca dolduruyor ve Türk Karatesini dünyaya açmak adına can siparane Avrupa ya kamp kuruyorsunuz. Kesinlikle ve ancak çılgın Türklerin yapabileceği bir şey bu. Yine sorularımıza devam edecek olursak, turnenin İngiltere’den sonra Fransa ayağını da tamamladınız ve ülkeye döndünüz bu kuskusuz büyük bir deneyim. Ne gördünüz orada, ayakları üzerine kalkmaya çalışan Türk Karatesi ile İngiltere’de, Fransa’da gördüğünüz Karate arasında ne gibi farklılıklar vardı? Teknik ve ruhsal anlamda Karate DO yu algılama ve pratiğe dökmek anlamında bizden ne kadar ilerideydiler?

Sensei Dr. Alev ORAL: Dünya ile aramızda ne fark gördüm? Ben o zamanki bilgi düzeyim ile bu soruya sağlıklı bir cevap veremezdim. Ama bugün cevabım  ‘Detay’   olurdu. Karatede detayın önemini insan ancak yıllar süren çalışmalar sonucu kavrayabiliyor. Ben bugünkü  Karate ile karsılaştırma yaptığımda 1970’li yılların karatesini daha iyi görüyorum. Maalesef detaylar bugün daha da az önemseniyor. Söyleşimizin devamında görüleceği gibi müthiş bir öğrenme açlığı vardı. Bir avuç insan çeşitli fedakârlıklar yaparak daha çok öğrenmek için dünyanın her tarafına gittiler ve bugünlerin temelini attılar. Neyse bu seyahat bizlere dünyanın çok küçük olduğunu gösterdi. Sensei Hakkı KOŞAR  kişisel dostluklarına bizi de ortak etti.

Hasan OKUŞ: Anlıyorum  Sensei, yıllarca Karatenin olimpiyat takvimine alınmasının en önemli destekleyicileri arasında ben de bulundum ama sonra fark ettim ki  Karatenin ruhunu çalan bir anlayışın tam orta yerindeyim. Şimdi isterseniz  karşılıklı olarak bu çok önemli bulduğumuz  konuya röportajımızın ilerleyen bölümlerin de odaklanalım ve sohbetimize kaldığımız yerden devam edelim. Evet, bence Sensei Hakkı KOŞAR’ın Türk Karate DO tarihine gecen en kalıcı yani etrafına topladığı bir avuç çılgın Türk e başkomutanlık yaparak Türk Karatesini daha o yıllarda Avrupa’ya ve tabii ki dünyaya açma çabalarıdır. Biraz önce siz bu çabanın bir giriş olarak İngiltere ve Fransa ayağından kısaca söz ettiniz ama ben biliyorum ki bizim ülke olarak o yıllarda Yugoslav Karatesiyle de çok ciddi ilişkilerimiz vardı.

Sensei Dr. Alev ORAL: O yıllarda Yugoslav Karatesi T.KASE Senseinin liderliğinde faaliyet göstermekte idi ve Baş antrenörü  Koşar Senseinin çok yakın arkadaşı olan Dr.İ JORGA  Kase Senseinin Yugoslavya da verdiği her seminere Konaklama masraflarımızı karşılayarak Sensei Koşarı ve bir gurup Karateciyi davet ederdi. Bu vesile ile gerek ben gerekse arkadaşlarım birçok seminer ve maç organizasyonuna katıldık.  Dünya karatesinin ünlü isimleri Daçiç ve Bozoviç ile de birlikte çalışmak imkânı bulduk.

Hasan OKUŞ: Peki İngiltere Fransa ve Yugoslavya’da yapılan kurslarla birlikte yine oralarda organize edilen turnuvalara da katılım sağladığımızdan bahsediyorsunuz bu arada ülkemizde karşılaşmalar düzenleniyor muydu? Ayrıca sizler gurubunuzdan bağımsız olarak kişisel imkânlarınızla farklı ülkelerde organize edilen kurslara ya da bu tarz turnuvalara gidiyor muydunuz?

Sensei Dr. Alev ORAL: Tabii yurt içinde de diğer guruplarla ilişkiler kurarak çeşitli müsabakalar yapmakta idik. Ama o günün şartlarında daha çok KOŞAR Senseinin dojolarında çalışan öğrencileri arasında maçlar yapardık. Bu maçlarda Shobu İppon kuralları tavizsiz uygulanırdı. Neredeyse temas serbestti ve vuran değil blok alamayan suçlanırdı. Bu arada İtalya’ya da birkaç kez maç için gittik. Bütün bunlar olurken bizler henüz turuncu ile kahverengi kuşak seviyesinde idik. Herkes kişisel çabaları ile bir şeyler yapmaya çalışırdı. Örneğin Sensei Rıfat EGEMEN ve ben yılda iki üç kez İtalya’ya giderdik. Düşünün öğrenciyiz ve paramız son derece kısıtlı. Öyle iken sadece peynir ekmek ve çeşme suyu ile karnımızı doyurur ve bir öğrenci yurdunda kalarak bir ay boyunca öğlen Sirai Sensei, akşamları da Kapuana Sensei ile antrenman yapardık. Tek bir DO-Gİ’miz olduğu için de akşam seansında ıslak DO-Gİ büyük bir eziyet olur, bir türlü ısınamazdık. Seyahatlerimizi 3 gün süren tren yolu ile yapardık. Bu arada çabalarımızın karşılığı da yavaş yavaş görülmekte idi. Örneğin İngiltere’deki bir Avrupa şampiyonasında turuncu kuşaklı Sensei Hakan ALPAY ashi barai-tusuki kombinasyonu ile en çok ippon alan kişi seçildi. Bu arada Sensei KOŞAR’ın yaptığı imtihana girerek SHO-DAN oldum.

Hasan OKUŞ: Sensei daha sonra ki yıllarda siz İngiltere’ye yerleştiniz ve orada bulunduğunuz sürece Karate DO eğitiminizi Keinosuke ENEOEDA senseinin yanında devam ettirdiniz. O süreçte neler oldu?

Sensei Dr. Alev ORAL: 1976 yılında Üniversiteyi bitirdim ve 16 Eylül Tarihinde  evlendim. İki ay sonrada eşimle birlikte İngiltere’ye gittik. Londra’da South Kensington semtine yerleştik. Hemen iş ve dil okulu arkasından ver elini Sensei ENEODA’nın ünlü dojosu. İngiltere’de toplam üç yıl kaldık. Bu arada sevgili oğlum MERT dünyaya geldi. Ben bir barda barmenlik yaparak Karate çalışmalarını hiç aksatmadan sürdürdüm. Altı ay sonra İngiltere Şampiyonasına katılan kulüp takımına seçildim ve bu büyük müsabakaya katıldım.

Hasan OKUŞ: İngiltere geleneksel Shotokan Karate DO sanatının Japonya dışında en çok geliştiği bir ülke olarak bilinir orada kendinizi kabul ettirmeniz ENEODA gibi bir ekol önderinin dojosunda çalışma imkânı bulmanız harika bir şey olmalı ama verdiğiniz mücadele göz önüne alındığın da bunu hak ettiğiniz kesin. Peki, sensei geride İstanbul da bıraktığınız Karate DO dostlarınızla tekrar ilk temasınız ne zaman gerçekleşti?

Sensei Dr. Alev ORAL: Sensei KOŞAR yönetiminde bir grup arkadaşım Mayıs 1977 CHRISTAL PALACE uluslararası kursuna katılmak için İngiltere’ye geldiler. Bu kurs JKA hocalarının katılımı ile her  yıl Mayıs ve Ekim aylarında düzenlenirdi.  Başta Nakayama, Kase, Enoeda, Shirai, Ochi senseiler olmak üzere JKA Hombu Dojo’dan 2 tane faal müsabık Sensei gelirdi. Bunlarda genelde Yahara ve Osaka Senseiler olurlardı. Dünyanın her tarafından katılım olur ve kurs sonunda JKA dan sınavları yapılırdı. İşte ben ve arkadaşlarım (Serdar SITAÇ, Atilla ÇELİKTÜRK, Hakan ALPAY, Bülent BAKKALOĞLU, Rıfat EGEMEN) JKA Shodanlarımızı Mayıs 1977 semineri sonrası aldık. Kafilemiz İtalya üzerinden Türkiye’ye döndü, ben de kendi yaşantıma. Daha önceki yıllarda Sensei H. KOŞAR bu kursa birkaç kez katılmış idi. Sonraki yıllarda ise bizler hemen her yıl bir veya iki kez katıldık. Dedim ya Sensei KOŞAR bize bütün yolları açtı.

Hasan OKUŞ: ENEODA sensei derslere hep kendisi mi girer di ve siz İngiltere’de bulunduğunuz sürece hep aynı dojoda mı kaldınız?

Sensei Dr. Alev ORAL: Dojoda antrenmanlar zaman zaman Eneoda sensei girerdi ama ağırlıklı olarak dersler Kawazoe ve Tomita Senseiler tarafından yönetiliyordu. Hemen her antrenmana farklı şehirlerden birkaç İngiliz milli sporcusu katılıyordu. Dojo ile evimin arası çok uzak olmakla beraber antrenmanları bir gün bile aksatmadım. Yaklaşık bir yıl sonra Kawazoe Sensei bizim semtte bir Dojo açtı. Ben yeni dojoya haftada iki gün gitmeye başladım. Henüz yeni olan Dojo da tek siyak kuşak bendim (toplam 7 kişi idik) ve her antrenmanda Sensei benimle çalışırdı. Düşünün Dünyanın en teknik Karatecilerinden biri ile bire bir antrenman yapıyordum. Ve günün birinde Karate yaşantımdaki bir başka ışık doğdu. Dawe HAZARD sensei 1 yıl kaldığı Japonya’dan JKA Instructor Class eğitimini tamamlayarak İngiltere’ye döndü. Enoeda Sensei ile araları açık olduğu içinde Kawazoe senseinin Dojosunda bizimle birlikte çalışmaya başladı. Dave Hazard Anlatılmaz görmek gerek. Ama şunu söylemek gerek müthiş bir Karate-Ka olmasının yanında mükemmel bir dost idi. Benim Karate hakkındaki her sorumu hiç usanmadan saatlerce anlatır ve benim üzerimde uygulamalı olarak gösterdi.

Hasan OKUŞ: Sensei, İngiliz Shotokan Karate ekolünü ben bu anlam da çok önemsiyorum, daha1960’lar ve dünyanın en saygın Japon üstatları Londra’yı merkez tutmuş  sonra yetiştirdikleri üst düzey İngiliz Karate-Ka ların JKA merkezinde eğitim almalarına fırsat yaratmıştılar. Biz ülke olarak onlara bakarak çok geç yola cıktık, siz orada ilk kez bu insanlarla  uzunca bir süre ikili çalışmalar yapma sansı buldunuz, daha sonra 1980’li yıllarda Sensei Hakan ALPAY sanırım 4 ay Japonya JKA Hombu Dojo’da özel bir bursla kaldı. Tekrar o günlere dönersek, o yıllarda biz de ülke olarak  Enoeda , Kawazoe, Tomita, Ochi, Tanaka gibi bir senseiyi getirsek ve onların ülkemizde uzun yıllar baş antrenör olarak kalmalarını sağlasaydık nasıl bir tablo ortaya çıkardı?

Sensei Dr. Alev ORAL: Bence bu Sensei KOŞAR’a haksızlık olurdu. Onun yerine Senseinin kişisel fedakârlıkları değerlendirilip, finansal imkân sağlanmalı ve JKA Instructor Class’a gönderilmeli idi. Zira Japon hocalar finansal imkânların elverişli olduğu ülkelere yerleşiyorlar. Hizmetlerinin karşılığını da talep ediyorlar. Size basit bir örnek vereyim: bugün İngiltere’de KUGB ile JKA ayrı faaliyet gösteriyorlar. JKA İngiltere’nin baş antrenörü Ohta Sensei. Kendilerine bağlı hiçbir dojoya KYU imtihanı yapma yetkisi vermiyorlar. Dojolar gün bildiriyor ve imtihanı bizzat Sensei OHTA yapıyor. Her öğrenci için £8 para alıyor. Ayrıca kimlik belgeleri de JKA İngiltere tarafından veriliyor. Ayrıca Dan imtihanlarında da £200 kadar imtihan parası talep ediliyor. Ayrıca bu imtihan öncesi yapılan yukarıda bahsettiğim uluslararası paralı kursa katılmak gerekiyor. Sorunuzun cevabına gelince: bugün ülkemizde o günün Japon hocalarının bilgi düzeyine sahip az da olsa birkaç antrenör var ama onlardan yararlanmak kimsenin aklına gelmiyor maalesef. Dolayısı ile Japon hocanın sonu da bizden farklı olmazdı herhalde. İngiltere’de JKA 4 dan bir kardeşimiz var, Sensei Celal AKGÜN. Bildiğim kadarı ile 3 yada 4 kez 5 dan sınavına girdi ve kazanamadı, her seferinde de £500 civarında parası gitti. Ama O ve onun gibiler büyük bir olgunluk ile daha çok çalışmamız gerek dediler. Bizde ise 15 yıl önce yapılan bir sınavda başarısız olup Sensei Hakan ALPAY’ı suçlayanlar var.

Hasan OKUŞ:  Sensei sizi çok iyi anladığımı sanıyorum, bir kere önce şunları açık yüreklilikle söylemeliyim Sensei Hakkı KOSAR’ın o süreçte ortaya koyduğu çaba tabii ki her türlu saygıyı ve desteği hak ediyor, dedik ya o çılgın Türklerin komutanı. Sonra bugün hakikaten üzülerek ifade ediyorum her nedense kendilerinden yararlanılmayan birbirinden kıymetli senseilerimiz var, yılların birikimini ifade eden o insanları görmezden gelmenin kime ne yararı olur onu da anlayamıyorum. İngiltere’nin kendine özel Karate yapılanmasına gelince, siz çok güzel ifade etmişsiniz zaten, biz de röportajlarımızda ülke federasyonlarının nasıl bir kurumsal kimliğe sahip olduğunu konuklarımızla bir şekilde konuşarak anlamaya çalışıyoruz, bizde bu konunun hala netleşmediği, daha çok tartışılması gerektiğini düşünüyoruz. Benim sorum şu, acaba imkânlar el verse o günün şartlarında bizim de tıpkı İtalya, Belçika, Fransa, İngiltere gibi  JKA’dan gelen bir senseimiz olsa ortaya nasıl bir enerji çıkardı. Mesela Karate neredeyse 10 yıllardır İstanbul un tekelinde, çok cok ta Marmara’ya hapsolmuş durumda, bu duruma pozitif bir etki sağlanmış olabilirimiydi?  Mesela geleneksel Karate sanatının olmazsa olmazları  Ko Kyu, Hara, Zanshin, Ki artık günümüzde tamamen unutuldu ama yani bu kültür daha koklu bir şekilde Türk Karatesinin içersine siner miydi? O zaman Türk Karate DO ekolu geleneksel anlam da daha koklu bir anlam ifade ediyor olabilir miydi?

Sensei Dr. Alev ORAL: Yine aynı noktaya gelip tıkanıyoruz. Karatenin İstanbul un tekelinde olmasının sebebini iyi tahlil etmek lazım. Arz edilen bir malın (burada söz konusu olan bilgi) talebinin de olması gerekir ki ortaya marjinal bir fayda çıksın. Diğer bölgelerden böyle bir talep gelmeyince bilgiyi sunan Japon olmuş ya da olmamış ne fark eder. Ben iddia ediyorum ülkemizde Shotokan Karatede en az Japonlar kadar bilgi sahibi olan hocalar mevcut. Ama ortada onların bilgisine bir talep yok. Federasyon senede bir kez eğitim semineri düzenliyor, bunun dışında başka bir faaliyet yok. Karate antrenörleri, verilen kursun sonunda bir menfaat beklentisi içindeler. Günümüz karatesi özellikle de hakem kuralları sürekli revize ediliyor. Yapılan bu değişikliklerin antrenörlere anlatılması ve öğretilmesi gerekir. Aksi takdirde bir standardizasyon sağlamak mümkün olmaz. Gelişmelerden haberi olmayanlar, tıpkı körün fili tarif ettiği gibi karateye yorum getirir. Hâlbuki Federasyonun yanında Bölge Ajanlarının ve hatta Kulüplerinde bu tür eğitim faaliyetlerine önem vermeleri gerekir. Aksi takdirde sürekli kendini yenileyen İstanbul Karatesi tüm diğer bölgeleri domine etmeye devam eder. Şunu unutmamak gerekir, her yönetici  bilgili kişilerden yararlanmak ister. Federasyon bana ne verebilir yerine ben federasyona ve dolayısı ile Türk Karatesine ne verebilirim diye düşünmek gerekir. Federasyon kurullarında görev almayanlar küskünlük içindeler. Hâlbuki Karateye, dolayısı ile de kendine hizmetin başka yolları da var.

Hasan OKUŞ: Sensei Türkiye çok büyük bir coğrafya ve bu coğrafyanın ne kadarında gerçek manada Karate çalışmaları yapılıyor. Bu devasa enerjinin ne kadarında yararlanıla biliniyor. Türk Karatesinin taşında toprağında emeği olan sizlerin bu konuda ki tespitleri çok önemli, o anlamda sizi hazır bulmuşken bu fırsatı değerlendirmek, düşüncelerinizi açığa çıkartmak, yeni ve uygulanabilir fikirlere ulaşmak mümkün müdür diye bakıyorum. Hatta söyleşimizin ilerleyen kısımlarında Britanya Karatesi ile ilgili gözlemlerinizi biraz daha ayrıntılamanızı da isteyeceğim ama şimdi tekrar o yıllara dönelim. Londra’da geçirdiğiniz yılların ardından tekrar ülkeye dönmeye nasıl karar verdiniz, İstanbul’a geldiğinizde yaptığınız ilk is ne oldu, ENOEDA ve KAZE senseilerin İstanbul kursları da sizin bu dönüş surecinize denk geliyor o ayrıntıları biraz açabilir miyiz.

Sensei Dr. Alev ORAL: 1979 yılında Türkiye’de iken Amerika’da Gren Card için yaptığımız başvuruya olumlu yanıt geldi. Ama vatan hasreti daha ağır bastığı için aynı yıl yurda dönmeye karar verdik. Tabii hemen eski arkadaşlarımla buluştum ve kaldığımız yerden devam. Sensei Hakan ALPAY o dönem  Şişli Spor Kulübünü çalıştırıyordu. Biz bütün arkadaşlar haftada iki gün Ş.S. Kulübünde toplanım birlikte çalışıyorduk. Benim aklımda hep Enoeda Senseiyi Türkiye’ye davet etmek vardı. Bu fikrimi arkadaşlarım ile Sensei KOŞAR’la paylaştım. Ortak bir çaba ile Sensei Türkiye’ye geldi, 2 günlük çok geniş katılımlı bir seminer verdi. Seminerin sonunda JKA dan sınavı yaptı. Birçok arkadaşımız başarılı oldular, bu arada bizlerde 2. dan seviyesine yükseldik. Bu yıllar Türk Karatesinin kendisini yavaş yavaş Avrupa’ya tanıttığı yıllar oldu. Hemen arkasından 1980 yılı içinde Sensei KOŞAR, Kaze Senseiyi davet etti. Bu arada Kara kuşak dergisi de bir Türkiye Şampiyonası düzenledi. Türkiye’deki bütün stillerin katıldığı bir şampiyona oldu. Başhakemliğini Kaze Sensei yaptı ve de finallerden önce KSKC (Koşar Shotokan Karate Center) sporcuları ile müthiş bir gösteri yaptı. Ferdi Kumite nedense yapılmadı. Bunun dışında Ferdi Katada ben birinci oldum. Takım Katada Alev ORAL, Rıfat EGEMEN ve rahmetli Yavuz KUTLU’dan oluşan KSKC Kata takımı birinci olduk. Takım Kumite finalini Kaze Sensei orta hakem olarak yönetti. Finalde KSKC takımı ile Doğan KILIÇ spor okulu karşılaştı ve biz birinci olduk. Bu müsabaka Türk Karatesinde ilklere imza atan üç senseinin (Sensei Hakkı KOŞAR, Sensei Ahmet DOĞANER ve Sensei Ferhat ÖZSERT) ortak çabaları ve özverileri ile başarı ile sonuçlandı. Belki de bugünkü farklı sistemler arası birlikteliğin başlangıcı oldu.

Hasan OKUŞ: Sensei yanlış hatırlamıyorsam tabii sizin de hatıralarınızdan silinmediyse bahsettiğiniz bu müsabakadan çok önce Cumhuriyet gazetesi spor servisi şefi  Sayın Abdulkadir YÜCELMAN’ ın organize ettiği bir turnuva yapılmıştı, o organizasyonu anımsayabiliyor musunuz? Bu belki burada nostaljik bir ayrıntı gibi durabilir  ama yine de Türk Karate tarihi açısından değerli bir ayrıntıdır diye düşünüyorum. 1980 yılında organize edilen turnuvaya gelince hiç kuskusuz kapsam ve nitelik bakımından Türkiye Karate Federasyonunun oluşumuna gidilen yolda önemli de bir sınavdı. Şimdi buradan yola çıkarak Türk Karatesinin bir federasyon çatısı altında toplanmasıyla ilgili çabaların gerçekleşmeye dönüştüğü o süreci açabilir miyiz.

Sensei Dr.Alev ORAL: O turnuvayı çok iyi hatırlıyorum. Yanlış hatırlamıyorsam 1972 senesinde yapıldı. Sensei Serdar SITAÇ (yeşil kuşak) ve Sensei Hakan ALPAY (turuncu kuşak) tüm siyah ve kahverengi kuşaklı rakiplerini yenip finali oynadılar. Tarihleri tam olarak hatırlamıyorum ama 1980 sonrası Rahmetli Cihat USKAN başkanlığında ilk Karate Federasyonu kuruldu. Cihat USKAN camia dışından olması ve otoriter yapısı ile o güne kadar aynı masa etrafında birleşmeleri mümkün olmayan senseileri bir araya getirmeyi başardı. Camiada herkes bu yeni oluşuma dört elle sarıldı. Birliktelik bilgi paylaşımını da beraberinde getirdi. Sıklıkla eğitim seminerleri düzenlendi, Federasyon kurullarında görev alan bizlerde eğitici olarak bu seminerlerde görev aldık. Böylece hocalarımız dışında bizlerle aynı kuşak seviyesinde olan ama o güne kadar bir araya gelemediğimiz diğer ekol veya okulların sporcuları ile çalışma fırsatı bulduk. Bunlar arasından Mustafa OĞUZ isimli arkadaşımızı hala hatırlarım.

Hasan OKUŞ: Federasyonumuzun kuruluşu ile değişik stillerin aynı anda aynı platformu paylaşmaları gibi bir yakınlık ortaya cıktı. Bunun ilk örneği İGSM Beylerbeyi tesislerinde TKF’nin ilk resmi hakem ve antrenör  kursunda görüldü, orada IAKF kurallarıyla hakemlik kursunu Sn. Ugur KESİM, kondisyon ve sporcu sağlığı ile ilgili bilgileri Sn. Namık EKİN vermişti. Sn. Hakan ALPAY, Sn. Atilla CELİKTÜRK ve siz Shotokan Karate ekolüne kurs hocalığı yapmıştınız, rahmetli Sn. Ahmet DOĞANER kendi programıyla yine oradaydı, Sn. Ferhat ÖZSERT Kyakushnkai, Sn. Enver HANCI  da Kempo Karate çalışmaları yaptırmıştı. Hatta bir ayrıntı, sonraki yıllarda iki dönem Federasyon başkanlığımızı yapan Sn. Aybars KILIÇHAN’ da o süreçte Federasyonumuzun Genel Sekreteriydi. Evet, o süreçte gerçekten heyecanla yola çıkılmış ve herkes bir şeyler yapma enerjisiyle doluydu. Şimdi benim sizden ricam TKF’ nin kurulması  ile ortaya çıkan o enerjiyi o sureci biraz daha açar mısınız. Tabii bu arada biraz da sizin  özel dojo çalışmalarınıza değinmenizi de bekliyorum.

Sensei Dr. Alev ORAL: Bizlerin verdiği seminerlerin dışında yurtdışından da ünlü senseiler gelmeye devam ediyorlardı. Enoeda sensei yanılmıyorsam bir kere daha geldi. Federasyonumuz JKA’dan antrenörler getirtti ve çok geniş katılımlı seminerler düzenlendi. Bu arada Almanya’da yaşayan Sensei Ahmet SÖNMEZ Federasyonumuza büyük katkılar sağladı. Onun aracılığı ile Almanya’dan uluslararası hakem hocaları ülkemize geldiler. Böylece hakemlik konusunda da önemli adımlar atıldı. Bu arada ben Fındıkzade semtinde Kadir Yüceler Spor Okulunda Antrenörlüğe başladım. İleride Türk Karatesi’ne damgasını vuracak çok önemli isimlerle bu dojoda çalıştık. Rahmetli Hamit ŞAHİN, Mehmet AYGÜN, Rıdvan GÜMÜŞ, Mevlüt YILMAZ, Yusuf ÖZENTÜRK, Rıdvan KAYA, Nusret KAYA, Cemal NEKUFER bu isimlerden bazılarıdır. Bu arada Rıfat EGEMEN ve Hakan ALPAY Senseilerin Dojolarında Sait UÇAN, Erkan TAŞBAŞI ve İbrahim DİLER, Atilla ÇELİK Senseinın dojosunda ise Recep ONAT, Ahmet ÇAKIR, Mustafa AKÇAY gibi isimler gümbür gümbür gelmekte idiler. Ayrıca Sensei Ali KOCA’ nın dojosunda da birçok kaliteli öğrenci yetişiyordu Aytekin SOYKAN, Esat DELİHASAN ve Mehmet. Tabiî ki Sensei Doğan KILIC’ ı da unutmamak lazım. Karatemizin gururu sporcularımızdan Bahattin KANDAZ’ ı da o yetiştirmiştir. Bütün bunların dışında ve üstünde hepimizin yetiştiği yuva KOŞAR SHOTOKAN KARATE MERKEZİ de yine tüm hızıyla ve yılmadan yeni yıldızlar yetiştirmeye devam etmekte idi.

Hasan OKUŞ: Tabiri caizse Shian Hakkı KOSAR’ın aşıladığı fidanlar tuttu ve meyve alma süreci başladı. Modada Sensei Hakkı KOŞAR,  Fındıkzadede siz, Üsküdar ve Beşiktaş ta Sn. Atilla CELİKTÜRK, Şişli ve Aksaray da Sn. Hakan ALPAY ve Sn. Rıfat EGEMEN, Bakırköy ve Kumkapıda Sn. Ali KOCA, Mecidiyeköy de Sn. Doğan KILIÇ’ ın dojolarında bugünün Karatesine yon veren birbirinden değerli isimler yetiştirildi. Geriye doğru baktığınızda emeklerinizi ayakta görmek sizler için bir kıvanç kaynağı olmalı. Sensei, bir de sizin müsabıklık yaşamınız var, şimdi bu güzel söyleşinin içersinde orası çok gölgede kaldı.

Sensei Dr. Alev ORAL: Federasyon her yıl Türkiye şampiyonaları düzenliyordu. Ben de hem hocalık yapıyor hem de müsabık olarak yarışıyordum. 1985 yılında  Hatay da yapılan ve müsabıklığı bıraktığım şampiyonaya kadar girdiğim her Türkiye Şampiyonasında katada birinci oldum. Kumitede ise ilk üçe girdim. 1985 yılındaki şampiyonada ise hem katada hem de kumitede birinci olarak Türkiye’de bir ilki başardım. O tarihten önce ve sonra bir Grand Şampiyon çıkmadı. Bu gururu ömrüm boyunca yaşayacağım.

Hasan OKUŞ: Çok güzel bir duygu, harika. Peki sensei  simdi izniniz olursa o yıllarda yaşanan bir kaos sürecini sizin değerlendirmenizi isteyeceğim. Ben bu soruyu daha önce Atilla senseiye de sormuştum ama şimdi Türk Karate tarihine ait ne varsa o günleri yasayanların hayattayken tarihe not düşmeleri anlamında size de soruyorum. 1984 yılında TKF dan standardizasyonu ile ilgili çok zorlu bir konuyu masaya yatırdı. Zorluydu çünkü mevcut danların tamamının iptali söz konusuydu. Ve çok ciddi spekülasyonlar yaşandı, öyle ki konu ülke içinde mevcut kurullar tarafından çözümlenemeyecek boyuta yükselince Almanya’dan Hideo OCHI sensei getirtilmişti. Neler oldu ve sonra nasıl çözümlendi bu konu?

Sensei Dr. Alev ORAL: Karatede gelişmeler yavaş ama sağlam bir biçimde ilerlemekte idi. 1986 yılında EAKF kendi kendisini feshetti ve son Avrupa şampiyonasıda Türkiye’de yapıldı. Şampiyona öncesi ben ve Sensei Bülent BAKKALOĞLU yapılan uluslararası hakem imtihanını kazanarak bu şampiyona da hakem olarak görev aldık. Milli Takımımızı Sensei Atilla ÇELİKTÜRK çalıştırdı ve Türkiye tarihinde ilk kez Gençler Avrupa Takım Şampiyonu oldu. O dönem Federasyon başkanımız Sn. İbrahim ÖZTEK idi. Yapılan Federasyon toplantılarında standardizasyon konusu sıkça gündeme gelmekte idi. Zira Türkiye’de çok sayıda siyah kuşaklı Karateka vardı ama bunların imtihanları merkezi bir otorite tarafından yapılmadığı için düzenlenen seminerlerde çok büyük teknik seviye farkları olduğu gözlemleniyordu. Bu nedenle bir düzen sağlamaya yönelik çareler aranıyordu. Sonunda Türkiye’deki her siyah kuşaklı karatecinin bulunduğu danla ilgili yeni den sınava girmesi düşünüldü. Burada amaç seviye belirlemekti. Almanya’dan Hideo OCHİ Senseinin bu sınavı yapmasına karar verildi. Yine Sensei Ahmet SÖNMEZ in desteği ile Sensei Türkiye’ye geldi. Ancak çok fazla sayıda siyah kuşaklı olması nedeni ile Federasyonun belirlediği sınırlı sayıda sporcunun bu sınava girmesine ve başarılı olanların daha sonra diğer sporculara seviye belirleme sınavı yapmalarına karar verildi. Amaç mevcut danların iptali değil ülkemizde belirli bir teknik standardın sağlanması idi. Ben de mevcut danımı riske ederek bu sınava girdim. Ama maalesef bu işte başarılı olamadık, hemen herkes bizim karşımızda yer aldı. Bu işten fayda yerine Türk Karatesine büyük bir zarar geldi. O güne kadar yaptığımız bütün insana yönelik yatırımlar yıkıldı. Bizden sonra gelen ve çok sağlam temellere sahip olan arkadaşlarımız bizlen yollarını ayırdılar. Demek ki biz kendimizi iyi ifade edemedik diye düşünüyorum. Ama eğer o hareket tutsa idi Türkiye’nin teknik düzeyi bugün daha yukarılarda olabilirdi. Çok net hatırlamıyorum ama daha sonra hiç kimse seviye belirleme sınavına girmedi ve zaman içinde bu harekette unutuldu gitti.

Hasan OKUŞ: Bugünden bakıldığında Türk Karatesini teknik anlam da eksenine oturtacak zorlu ama çokta gerekli adımlar olarak görüyorum yaptıklarınızı. Acaba diyorum o kırılma camianın önde gelenleri arasında bir konsensüs oluşturulsa yaşanmayabilir miydi, camia ortak yarar adına böyle bir çalışmanın gerekliliğine daha önceden hazırlanabilirmiydi. Evet, bugün keşke diyorum, keşke o kamplaşmalar yaşanmasaydı, ama bunlar artık tarih oldu ve burdan ote onumuze bakmak zorundayız.  Simdi gelelim satır arasında altını çizdiğiniz bir ayrıntıya. Sensei Atilla ÇELİKTÜRK’ ün çalıştırdığı Türk Karate milli takımı İstanbul’da 1985’te yapılan son EAKF şampiyonasında ilk kez Avrupa şampiyonu oldu ve ardından biz de ülke olarak IAKF’teki kaydımızı WUKO*WKF ye aktardık. Siz bu her iki dünya organizasyonu içersinde de çok ciddi görevler yapmış bir teknik adam olarak  IAKF ve WUKO’nun Karate DO algılarını nasıl yorumluyorsunuz? Bu yeni durum dünya tatemilerine ve tabii ki dojolarımıza nasıl yansıdı?

Sensei Dr. Alev ORAL: WUKO isimli organizasyon farklı Karate ekollerini bir araya getirerek hepsini ortak bir payda etrafında toplamak amacını güdüyordu. İlk yıllarda müsabaka kuralları EAKF kuralları ile örtüşmekte idi. Her Ekol kendi içinde geleneksel çalışmalarını yürütüyordu. Ama sonra kurallar değişmeye giderek Taekvando müsabakalarına benzemeye başladı. Müsabakalarda kullanılan Karate teknikleri nin sayısı azaldı. Örneğin Mae-Geri dojolarda öğretilmemeye başladı. Karateye ruh veren Shobu İppon anlayışından uzaklaşıldı. Bütün bunların sonucunda özümsenmesi yıllar alan geleneksel Karate den uzaklaşıldı. Şimdi dojolarda t-shirt ve eşortman altı ile çalışan  sporcular var. Bunu karate ile bağdaştırmak mümkün değil. Çok açık söylüyorum önümüzdeki 10 yıl içinde geleneksel ekoller tamamen terk edilecek. İşin kötüsü geriye dönüş de mümkün görünmüyor zira elde ehil hoca kalmayacak. 40 yıl önce olduğu gibi dışarıdan geleneksel ekollerin hocalarını getirtmek zorunda kalınacak. İşte bu gerçeği gören birçok ülke geleneksel ekollere dört elle sarılıyor. Müthiş bir faaliyet içindeler. Sürekli yenilikler yaparak bu bilgilerini seminerler aracılığı ile paylaşıyorlar. Bizde ise bırakın geleneksel karateyi, modern karate ile ilgili bilgi paylaşımı da  yok.  Biz dünya şampiyonu bir ülkeyiz. Bu demektir ki dünyanın en iyi antrenörleri ve sporcularına sahibiz. Ama söyleşinin başında bahsettiğimiz gibi tüm faaliyetler iki bölge üzerinde yoğunlaşıyor. Hadi geleneksel ekollerden vazgeçtik ne için bölgeler milli takım antrenörlerini ya da eski şampiyonları davet edip eğitim seminerleri düzenlemezler. Hangi bölge Spor Akademisi hocalarına seminer vermeleri için başvuruyor. Geçen yıl Kuşadası’ndaki Federasyon Seminerinde antrenörlerin Federasyona ilettikleri iki sorun öne çıktı: 1-Salonlarda öğrenci sayısının azalması 2-Dan sınavlarının salonlarda yapılması. Hiç kimse eğitim eksikliğini sorun olarak görmüyor. Korkarım bu anlayış ile İstanbul ve Kocaeli bölgelerinin dışına genişlemek pek mümkün olmayacak.

Hasan OKUŞ: Evet Türk Karatesi gerçekten çok kaygı verici bir eksen sapması yasıyor, bu sürece doğru etki etmek, bu süreci toparlamak mümkün mü çok bilmiyorum ama şurası çok açık, Karate DO sanatına sanat özelliği katan değerler bir bir unutuluyor. Bir anlatılan Karate DO’ ya bakıyorsunuz bir de yapılana, inanılmaz bir doku uyuşmazlığı var! Bugün ülkemiz Karatesi JKA’ya çok yabancılaştı , oysa JKA’da bir yardımcı antrenör sertifikasyonu alabilmek için dan, yas, tahsil gibi ayrıntılarla beraber HOMBU DOJO’da  İKİ YIL SÜREN ANTRENÖR KURSUNA KATILMAK LAZIM , iki yıl sonunda yapılan testler başarıyla geçilirse YARDIMCI ANTRENÖR’ lüge hak kazanılmış olunuyor! Evet, Karate DO antrenörlüğü böyle ciddi bir iş. Sensei, siz sorunu çok net ifade etmişsiniz, önce EGİTİM denmediği sürece bu negatif akım devam edecektir. Maalesef su an her şey kürsü odaklı ve kariyer öncelikli. Böyle olunca tabii ki dojolarımız nitelik ve nicelik bakımından daha çok yok oluyor. Bu çok üzücü ve kaygı verici bir durum. Toparlayacak olursak, siz uzun yıllar sonra tekrar İngiltere’ye döndünüz ve yeniden orada uzunca bir süre yaşadınız, bilgi ve gözlemlerinizi bir kere daha tazeleme imkânı buldunuz, şimdi soruyorum size, İngiltere Karate federasyonu spor Karate ile Geleneksel Karate DO kurumlarını nasıl bir arada tutuyor, bütçeleri, kuşak imtihanları, kurs ve seminerleri, milli takım oluşumları genel işleyişlerini hangi kıstaslar üzerine kurmuşlar, nasıl bir kurumsal anlayış geliştirmişler?

Sensei Dr. Alev ORAL: Evet, orada yönetim anlayışı  bizdekinden çok farklı. İnsanlar kendi tercihlerini yapıyorlar ve ne çalışacaklarını seçiyorlar. Bizdeki gibi merkezi bir Federasyon yok. Yerine çeşitli Karate Federasyonlarının faaliyetlerini ülke çıkarları açısından denetleyen bir üst kurum var. Dolayısı ile devlet Federasyonları yönlendirmiyor. Bir başka hususta Federasyonların bağımsız bütçeleri var yani devletten maddi açıdan bir beklentileri yok. Bu bütçeler üyelerden sağlanan aidat, imtihan parası vb. gibi kaynaklardan sağlanıyor. Dolayısı ile WKF veya başka bir kuruluş kendi faaliyetini yürütüyor. JKA İngiltere, JKA Avrupaya ve her ikisi de JKA genel merkezine bağlı olarak faaliyetlerini sürdürüyor. Tabii bahsettiğimiz ülkeler milli gelir seviyesi bizimkinden çok daha yüksek olan ülkeler. Dolayısı ile refah seviyeleri yüksek. İnsanlar hobilerine zaman ve para ayırabiliyorlar. Şimdi bir fikir jimnastiği yapalım. Eğer devlet yardımı olmaza ülkemizde hangi Federasyon sporcu aidatları ile ayakta durabilir? Ya da eğer Sn. R. Tayyip ERDOĞAN İstanbul Belediyesinde spor ile ilgili uygulamaları başlatmasa idi o günden bugüne kaç tane şampiyon çıkarabilirdik? Dolayısı ile merkezi otorite tercihini bir yönde belirliyor ve bizlerde o tercihe uyuyoruz. Ama ne olursa olsun bence gerek geleneksel gerekse modern karate  eğitimi konusunda Federasyon Eğitim Kurumlarının ve Bölge Temsilcilerinin daha faal olmaları lazım diye düşünüyorum ve Sayın Federasyon yetkililerinin bu konuya daha fazla önem vereceklerini umuyorum.

Hasan OKUŞ:  Sensei bizim Türk Karate toplumu olarak çok temel bir sorunumuz var, biraz uzun olacak belki ama izninizle açmak istiyorum. Bir ülkenin gelişmişlik kıstası en az milli geliri kadar o gelirin adaletli dağıtımı ile de ilgili, bir ülkenin gelişmişlik kıstası milli geliri kadar kişi başına düşen sanatçı, sporcu, antrenör, doktor, mimar, mühendis, öğretmen sayısıyla da ilgili, bir ülkenin gelişmişlik kıstası eğitime verdiği değerle de ilgili..! Güzel bir söz var ”Eğitim bu neslin gelecek nesillere borcudur” hepimiz bu borcu bir vatan borcu olarak yüklenmek zorundayız. Söyleşimizin başında bir Chevrolete 8 kişiyi sıkıştıran 5 çılgın Türk ten söz etmiştik bu borç öyle bir borç! Şöyle bir geriye dönüp baktığımız da Türk Karatesinin gelişimsel çizgisinde 1970’ler 1980’li yılları hazırlamış, 1980’ler 1990’ları hazırlamış, 1995 sonrası ise önemli bir kırılma sürecine girilmiş, 2000’li yılları aştığımızda CD izleyerek Anadolu ya kurs vermeye giden ”oy sahibi!” antrenör tipi ortaya çıkmış! Birçok değer birbirlerine karşı ötekileşmiş ve giderek büyük insanlığın ortak mirası olan Karate DO kültürüne çok ciddi bir yabancılaşma sürecine girilmiş. Sonra bizler basiretimizi kaybetmişiz, demokratikleşmenin bir ölçeği olarak ortaya konan sandığa sevgimizi, saygımızı, ufkumuzu kilitlemişiz!

Şimdi burada sözü biraz toparlamak istiyorum, benim kişisel kanaatimce de ülkemizin sosyo ekonomik yapısı henüz kendi ayakları üzerinde durabilecek özerk bir Karate federasyonuna müsait değil ve daha uzunca bir süre de devlet desteğine ihtiyaç duyulacak. Ama belediyelerin doğru bir planlama ile üzerine gidildiğinde ne kadar likit ve verimli kaynaklar oluşturduklarını görmek umut verici. Özerklik tabii ki bir dünya gerçeği, bizlerde eğer bürokrasinin ceberrutlugunu aşmak istiyorsak özerk yapımızı güçlendirmek zorundayız. Ve de Türk Karate DO sunu gelecek nesillere dogru ve donanımlı bir formasyonla taşımak icin önce içine düştüğümüz sandık kaygısını aşmak,bilgi ve deneyimiyle hizmet etmeye hazır insanları ötekilikten kurtarmak zorundayız..

Bakın Atatürk ”Türk Öğün, Çalış, Güven” diyor. Öğünüyoruz, çalışıyoruz ama maalesef birbirimize güvenmiyoruz! Evet, sensei bizim en temel sorunumuz bu: BİRBİRİMİZE GÜVENMİYORUZ! Ama artık Türk Karatesi bu olgunluğa ulaşmalı Sensei ben bu sıcak sohbetin ve sizin samimimi yetinizin havasına kaptırarak içimi döktüm umarım sıkılmadınız. Şimdi tekrar EAKF’ten WUKO’ya geçiş yaptığımız yıllara dönelim. 1985 yılında IAKF fes oldu ve bizde ülke olarak WUKO ya kaydolduk demiştik. Türk Karatesi bu virajı nasıl aldı, bu yıllar önemli bir tarihi kesittir. Planlama, dış ilişkiler ve uyum yönünden 1985–1990 arasında nasıl bir geçiş süreci yaşadık?

Sensei Dr. Alev ORAL: Bu aşamada Türk Karatesi için yeni bir dönem başladı. IAKF ile WUKO’ nun hakem kuralları birbirinden çok farklı olmadığı için çok zorlandığımızı söyleyemem (gerçi günümüzde o kurallar tamamen değişti). Bu yeni dönemde Atilla ÇELİKTÜRK ve Hakan ALPAY Senseilerin kişisel çabaları ile Türkiye WUKO içinde kendisine hızla önemli bir yer edindi. Onlardan sonra gelen antrenör arkadaşlarımızda çıtayı dahada yükseklere taşıdılar. Allaha şükür Türk Karatecilerinin ferdi ve takım şampiyonalarında Dünya Birincisi olduğu günlere kavuştuk. Ayrıca Türk Hakemlerinin gösterdikleri başarıyı ve geldikleri noktayı da takdir etmeden geçmemek lazım.

Söyleşimizi tamamlarken özellikle belirtmem gerekir ki, anlattıklarım benim yaşadıklarımdır. Bunun anlamı Türkiye’de benim içinde bulunduğum camianın dışında olan Sensei Ahmet DOĞANER, Sensei Ferhat ÖZSERT ve Sensei Enver HANCI’nın ve onların  öğrencilerinin de çok önemli katkılarını göz ardı etmemek gerektiğidir. Her şeyden önce onların varlığı ve yaptıkları çalışmalar bizi daima motive etti ve daha çok çalışmaya yöneltti. İsmi geçen hocalarıma da şahsıma ve Türk Karatesine yaptıkları hizmetler için çok teşekkür ederim, bugün aramızda olmayan tüm hocalarıma ve yol arkadaşlarıma da Allahtan rahmet dilerim.
Ropörtaj: Hasan OKUŞ

Yayıma Hazırlayan: Fatih Mehmet DOĞAN

Continue Reading

RÖPORTAJLAR

Sn. Memduh ŞANLI – AVUSTRALYA

Published

on

Bu ay uzaklarda, Aborijin’lerin ülkesinde yaşayan senseilerimizden Memduh ŞANLI ile röportaj yapmak üzere yer kürenin öbür ucuna Avustralya kıtasına uzanıyoruz. Sensei Oss

Oss.

S1. Sensei bize kısaca kendinizden bahseder misiniz, ne kadar zamandır Avustralya da yaşıyorsunuz..?

C1. Önce uzaklarda ülke özlemiyle yaşayan Türk Karate-Ka’larla böyle gönül köprüleri oluşturduğunuz için sizlere ve Turkkarate.com’ a teşekkür etmek istiyorum. 1961 doğumluyum. Çocukluğum da babam Çorum da kereste ve briket ticareti yapan küçük bir esnaftı, bizlere daha iyi bir yaşam, daha iyi bir gelecek temin etmek adına ailece Avustralya ya göçmen olarak yerleşme kararı aldı.

1974 yılında daha henüz o güne kadar adını duymadığım, haritada yerini dahi bilmediğim bu kıtaya geldik. Tabi göç yollarına düştüğümüz de en baştan aile ileride tekrar bir araya gelmek üzere ikiye bölündü. Yani nasıl söyleyeyim, her göçün kendisine özgü hüzünlü bir hikayesi vardır, isterseniz bu zorlukları röportajımızın gelişiminde gerek olursa kısa kısa anlatmaya çalışırım.

S2. Sensei kesinlikle sizi anlıyorum yola daha iyi yaşam koşulları oluşturmak adına da çıkılmış olsa sonuçta göçmenliğin şartları ağırdır, göçerin en zor ve acılı dönemi de yeni hayatında ki ilk yılıdır, o süreçte bastığınız toprak ayaklarınızın altından kayıyor, tutunduğunuz değerler bir bir yerinden kopup sizi uçurumlara sürüklüyor gibi hisler yaşanır, bu başta ben size göçerliğinizin ilk yılını sormak istiyorum, ‘’ babam neden böyle bir karar aldı ne işimiz var buralarda’’ dedirten zorluklara değinmenizi rica ediyorum?

C2. Geldiğimiz de Avustralya’nın en gelişmiş kentlerinden Melborne’da Türk göçmen kolonisinin yoğun olarak ikamet ettiği bir yere yerleştirdiler bizi. Aile büyüklerimize iş, bizlere de eğitim imkânları yaratılması gerekiyordu. Bulunduğumuz ülkenin iş ve sosyal kültürüne hepimiz çok yabancıydık, çevremizle iletişim kurabilmek için en temel gereksinimimiz İNGİLİZCE konuşabiliyor olmamızdı ama böyle bir becerimiz yoktu. Okula başladığım ilk altı ay yaşadığım zorlukları anlatamam, iletişim eksikliğinin neden olduğu ortamlar da sık sık kavgalara karışıyor, şiddete başvurmak zorunda kalıyordum. O günlerde başlayan Kıbrıs çıkartması çevremizde bulunan Rum kökenli ailelerin çocukları ile aramıza büyük bir gerginlik oluşturmuştu, öyle ki insanlar birbirlerine merhaba bile dese küfür gibi algılanıyordu, öyle ki bir dönem okula giderken üzerimde ((SİLAH )) taşıdığım bile oldu… Yani zordu, göçmenliğimizin ilk yılları çok zordu…

S3. Söyledikleriniz çok çarpıcı, o yaşta bir çocuğun silah taşıma ihtiyacı hissetmesi bile içersine düşülen güvensizliğin ve yalnızlığın en önemli ifadesi olmalı… Peki, Karate’ye başlama fikri o süreçte, kendinizi koruma güdüsüyle beraber mi ortaya çıktı?

C3. Aslında Karate ile ilk tanışmam Çorum’da 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı (1974) ‘ında izlediğim kırış gösterileri ile olmuştu, sonra sinemalarda Bruce LEE filmlerinin kapalı gişe oynadığı, TV’lerde Kung Fu dizisinin çok ilgi gördüğü bir dönemdi, bunlar her yaşıtım gibi benimde mücadele sanatlarına ilgimi artıran faktörler olmuştu, bu ilginin üzerine yeni yaşamımızda ki güven arayışımı da eklerseniz Karate’ye başlama nedenim anlaşılmış olur.

S4. Demek ki Karate o zorlu süreçte ilk güven sığınağınız olmuş?

C4. Evet, gerçekten öyle oldu. 1975 yılında mahallemiz de bulunan dojo ya üye olduğumda haletiruhiyem buydu. Ama bu başlangıç ile beraber haftanın beş akşamı dojo da Karate yaparken ‘’DO’’ nun ne olduğunu anlamaya başladım. Ve işte biliyorsunuz 33 yıl oldu hala DOJO dayım, sonuçta öyle ya da böyle DO kültürü ile bütünleşen bir yaşam yolunun yolcusu oldum.

S5. Karate elbette tek başına freni olmayan araba gibi, sistemi sanat haline dönüştüren, yaşanılır kılan, yaşam yolu haline dönüştüren hiç kuşkusuz (( DO )) prensipleri, burada DO’ yu yaşam yolumuzu düzenleyen sinyalizasyon düzenine benzetirsek hata yapmış olmayız herhalde!? Sorularımıza devam edelim. Karate-DO ya başlama isteğiniz aileniz tarafından destek gördü mü?.

C5. Evet kavramları yerine oturtmak gerekirse ben önce Karate’ye başladım sonra ‘’DO’’ ile tanıştım! İsterseniz bu konuyu biraz daha açarız… Aile desteğine gelince, Babam Karate ye başlama isteğimi çok anlayışla karşıladı, çok destek oldu, annem ise karşı durdu, ana yüreği işte benim bu çalışmalarda fiziki olarak zarar göreceğim endişesini taşıdı…

S6. Tamam, Karate ye başladınız, ama ((Karate)) ve ((DO)) nun ayrıldığına hangi evrede vardınız, sistemin içerisinde sizi etkileyen ilk kıpırdanmalar neydi, bu arada dojonuz da hangi ekol çalışılıyordu, bir antrenmanın kapsamı neydi yani o evreleri, o ilkleri biraz daha açar mısınız?

C6. Üyesi olduğum Dojo da SHOTOKAN ekolü temsil ediliyordu. JKA dan kahverengi kuşak düzeyinde iki senpai derslerimize giriyordu. Dojo ya ilk adım attığımda beyaz kemerimi giydiren de bu sempailerim olmuştu ama doğrusu onlar kahverengi kuşakta olsa benim ilk SENSEİLERİM di. Dojomuz da haftada 5 gün antrenman yapılıyordu fakat ben boşta kalan diğer iki gününde dojo nun açık olmasını arzu ediyordum. Büyük bir heyecan ve Karate ruhu ile doluydum, kısa sürede kendime olan güvenim artmış, huzursuzluğum yatışmış, etrafıyla uyumlu bir insan olmaya başlamıştım. Antrenmanlar bol tekrar esasına dayanan KİHON ağarlıklıydı, hiç unutmam iki saat süren bir çalışma sonucunda sadece 3 arkadaş ayakta kalmıştık, çalışmalar JKA temelli olduğu için çok insan uyum gösteremiyor, Karate den ayrılıyordu. Dojo da çok sıkı ve sert bir disiplin hakimdi. Fiziki disiplinin yanında DO prensiplerinin Karate nin olmazsa olmazı olduğu anlatılıyordu… İşte Karate ve DO bu anlayış içerisinde bir araya geldi ve benim için bir yaşam yolu olarak ta kaldı…

S7. Sensei beyaz kuşağı taktık buraya kadar tamam peki siyah kuşak ne zaman geldi… Sonra Dojo içi veya bölgesel yarışmalar oldu mu, olduysa onlar ne zaman başladı..?

C7. Siyah kuşak takmayı 1979’da hak ettim. Biraz önce de değindiğim gibi antrenmanlarda çok istekli oluşum ve devamlılığımdan ötürü senseilerimin özel ilgilerini görüyordum, dojo içi ve ardından bölgesel şampiyonalar derken 1980 yılında önce eyalet aynı yıl Avusturalya kumite şampiyonluklarına ulaştım.

S8. Bu başarılarla beraber çalışma düzeninizde bir değişiklik oldu mu, mesela Eyalet veya merkezi Federasyonunuzun ileri gelenleri tarafından fark edilme, onların desteğini kazanmak gibi bir durum oluştu mu?

C8. Evet, tabi ki oldu, Öncelikle Avustralya Karate’sinin baş antrenörü Sensei Frank NOWAK’ın ilgisini kazandım. Frank sensei 1968–1970 yıları arasında Tanaka sensei ile birlikte JKA insrektör kurslarını başarıyla tamamlamış Dünya Karatesinin önde gelen bir ismiydi. Frank sensei JKA esaslı terbiye alması nedeniyle çok sert ve çok disiplinli birisiydi. Yaşımın küçük olması nedeniyle kendisi bana çok yakınlık gösteriyor, Avustralya Karatesinin ileri gelenlerine ‘’Memduh bizim geleceğimiz’’ diye beni lanse ederken hem onare olmamı, hem de Karate DO sanatına olan ilgimin daha da yüksel olmasına neden oluyordu… Burada söylemeliyim Karate DO yaşamım boyunca kendime büyük ölçüde Frank sensimi örnek aldım…

S9. Sensei Frank NOWAK Doğu Alman asıllı değil mi?

C9. Evet, Frank NOWAK sensei Doğu Alman asıllıdır. Kendisi Avustralya Karatesinin uzun yıllar baş antrenörlüğünü yürüttü. 1982 yılında WUKO tarafından Dünyanın en iyi hakemi seçildi. Yıllarca WUKO MHK üyeliği görevi yaptı. Toprağı bol olsun şu an aramızda olmayan bu senseimin anısı önünde saygı ile eğiliyorum.

S10. Siz Kanazawa Shian tarafından kurulan Shotokan organizasyonun Avustralya temsilcisisiniz. Kanazawa Shian ile ilişkiniz nasıl gelişti..?

C10. Aslında sensei NOWAK 1977 yılında SKIF’e üye oldu, bizde böylece Dünya Shotokan Karate DO ekolünün SKIF boyutunda yer almaya yöneldik. Kanazawa Shian 1980’de Avustralya ya seminerler vermek üzere geldiğinde NOWAK sensei bu Karate DO efsanesi ile beni çok özel bir takdimle tanıştırdı. Bu tanışma töreni benim Karate DO hayatımda hiç unutamadığım bir anı olarak yerini almıştır. Shotokan dünyasının Mr. Karate DO’su Shian Kanazawa ile o gün başlayan ilişkimiz hiç kesilmeden halen devam etmektedir.

S 11. Sohbetimize yedi ve sekizinci sorularla bağlantılı olarak devam edelim. Siyah kuşağınızı taktınız,ilk eyalet ve ulusal şampiyonluklarla beraber Ülke Karate’sinin ileri gelenlerinin dikkatini çekmeye başladınız, ama siz o ülkede bir yabancısınız,..! Bu öne çıkma durumunuz, bu yükselme grafiğiniz önünüze farklı engellerin çıkartılmasına zemin oluşturdu mu?

C 11. Dünyanın her yerinde olduğu gibi ırkçılık maalesef Avustralya gibi gelişmiş ülkelerde de olabiliyor. Federasyonda Anglo sakson ve Yunan asıllı antrenörlerin çoğunlukta olması tabi mücadele ettiğim zorlukları arttıran faktörler oldu. Tekrar oraya dönecek olursak 1980 Karate DO yaşamım da hem antrenörlüğe, hem de Avustralya milli takımına adım attığım yani aynı zamanda bu zorlukları kabul ettiğim bir yıl oldu.

Bir yandan Türk gençlerimizi sanatın içersine çekiyor ama Avustralyalılara da ayrım yapmadan ders veriyordum, diğer yandan milli takımda müsabıklık kariyerimi sağlamlaştırmak için mücadele ediyordum. En iyiyi oluşturmak konusunda o kadar azimliydim ki Avustralya Karate camiası içerisinde bana (Parçalayan Türk) lakabı takılmıştı. Ama şunu iftiharla söyleyebilirim ben ve öğrencilerim karşı karşıya kaldığımız ırkçı saldırılara karşı tedbir olarak hep DO felsefesini öne çıkartmayı başardık. Yıllarca ben ve öğrencilerim Avustralya milli takımında çok başarılı görevler yaptık. Hep mütevazi, saygılı ve dürüst olduk. Çok çalıştık, azmimizi ve sabrımızı hiç yitirmedik ve sonuçta şahsım ve öğrencilerim Avustralya Karate camiasının saygı gören bir topluluğu olarak güzel bir yere konduk… Bu konuda gerçekten çabalarımızın yerini bulması beni çok mutlu ediyor…

S 12. Sensei sizin orada Türkiye’mizi, bizleri temsiliyette yüklendiğiniz sorumlulukta bizleri mutlu ediyor. Sabrınız ve azminizden ötürü tabiî ki sizi kutluyoruz. Şimdi buradan devam edelim. Avustralya Karate Federasyonun da ki görevleriniz, SKIF’te ki görevleriniz, dan cetveliniz…?

C 12. Sondan başlayalım. 1982 2. Dan./ 1988 3. Dan. / 1996 4.Dan/ 2001 5.Dan/ 2005 6.Dan oldum. Dan larımı Kancho Kanazawa’ nın açtığı imtihanlarda aldım. 1998 yılında başlayan Avustralya karate Federasyonu Teknik Komite üyeliğim ve milli takım görevlerim halen devam ediyor. 1997, 2000, 2003 ve 2006 uluslar arası hakemlik görevi aldığım yıllar oldu. Son yapılan 2006 SKIF Dünya şampiyonasın da en iyi hakem olarak ödüllendirildim. 1985 ve 1988 yılların da SKIF dünya şampiyonalarına ferdi ve takım kumite karşılaşmaların da da görev yaptım.

S 13. SKIF veya diğer Shotokan kurumlarının Avustralya da organizasyon yapıları nedir?

C 13. Ben kendi organizasyonumu esas alan bir açıklama yaparsam sistem kendiliğinden belirginleşir… SKIF Avustralya’nın her eyaletinde temsil edilen bir Shotokan Kurumu, ülke genelinde 60 civarı dojomuz var, kyu imtihanlarımız bu dojolarda görev yapan senseilerin inisiyatifinde gerçekleşir, Dan imtihanlarımız ise her yıl düzenlediğimiz AVUSTURALYA SHOTOKAN KARATE DO HAFTASIN da yapılır. Bu hafta bizler için tam bir Shotokan Karate DO şenliği havasında geçer. Hafta boyunca seviyelere göre düzenlenen kurslarda Shotokan Karate DO kültürü en iyi şekilde katılımcılara aktarılır. Hafta sonun da Kancho Kanazawa ve Avustralyalı diğer shianlardan oluşan bir komisyon DAN seviye tespit imtihanları yapar. Başarılı Karate Ka’ların diplomaları daha sonra SKIF tarafından düzenlenerek hak sahiplerine postalanır. Bahsettiğim bütün bu Kyu ve Dan imtihanları Avustralya ulusal Karate Federasyonu tarafından otomatikman kabul görür. Yalnız SKIF diplomasına ek olarak ulusal Federasyonun diplomasını da isteyenler cüzi bir ödeme ile onu da alabilirler.

S 14. SKIF’in Avustralya da eyaletler bazında örgütlenme anlayışı nedir. Avustralya Karate Federasyonun Dan imtihanları hangi kriterler üzerine oturmaktadır..?

C 14. SKIF Avustralya da her yıl kendisine bağlı bütün dojoların katılımıyla genel kurulunu yapar ve yönetim kurulunu seçer. Her eyaletten o eyaleti temsilen birer yüksek Dan’lı senseilerden oluşan teknik ve eğitim komitesi oluşturulur. Ancak bu oluşumlar da görev alacak insanlar ve Dojolar için temel kriter herkesin Avustralya ulusal Karate Federasyonuna bağlı olması şartıdır. Bir ayrıntının daha altını çizmeliyim., herhangi bir büyük kuruma bağlı olmayan, düşük Dan seviyeli senseiler için Avustralya karate Federasyonunun bir imtihan komisyonu vardır. Bu komisyon da Shotokan, Goju Ryu, Wado Ryu ve Shito Ryu (WKF nin kabul ettiği 4 ana ekol) dan yetkinliği olan senseilere görev verilir. Yani Federasyonun resmi kabulü WKF nin temel aldığı 4 geleneksel ekolü esas alır, bu ekollerin temel aldığı kendilerine özgü, özerk geleneksel kurumları da bu kabulde yerlerini bulur…

S15. Sensei bu röportaj da sizi tanırken diğer senseilerimiz gibi sizin de tecrübelerinizden en iyi şekilde yararlanabileceğimiz çok güzel doneler ortaya çıkıyor. Siz Dünya Shotokan ekolünün ciddi ve saygın bir kurumu olan SKIF in önde gelen bir ismisiniz, o bakımdan şimdi soracağım soruda bizleri en doğru biçimde aydınlatacak kişisiniz.

Sorum şu., Kanazawa Shian JKA literatürünü alt üst eden, geleneksel yapıyı zorlayan bazı değişimler yaptı, örneğin Goju Shi Ho Sho katası ile Goju Shi Ho Dai Katasının isimleri yer değiştirdi. Meikyo katasında bazı teknikler, Kanku Sho katasında ise Kiai’lerin yeri değişti… Daha sonra yine biliyoruz ki JKA ile yollarını ayırdı ve SKIF’i kurdu. Siz bu organizasyonun içinde olan birisi olarak en azından verdiğim bu örnekleri Kanazawa shian’ın nasıl bir gerekçeye dayandırdığını biliyorsunuzdur, bunları bizimle paylaşırımsınız..?

C 15. Bu sorunun tam karşılığını verebilmek için SKIF organizasyonundan ve Kancho Kanazawa ‘dan bir miktar bahsetmem gerekecek… SKIF 1974 yılında İngiltere, İtalya ve Almanya da bulunan JKA’lı senseiler tarafından organize edildi. O zaman JKA nın uluslar arası baş antrenörü (JKA Internation Division Chief) de üstat Kanazawa idi. Avrupa da yaşayan senseiler JKA’da alınan bazı kararlara mutabık olmadıklarını üstat Kanazawaya aktardılar.

O süreçte çokta açığa vurulmayan problemler gelişti ve Kanazawa sensei ile JKA yönetimi arasında bir kopukluk oluşmasıyla da sensei görevinden alındı. Daha sonra üstat Japonya dan ayrılmaya,Kanada ya yerleşmeye karar verdi. İşte tam bu süreçte Avrupa da yaşayan SKIF üyesi Asano, Miura, ve Nagai gibi senseiler Kanazawa sensei ye Japonya da kalıp SKIF ın başına geçmesini (1976) teklif ettiler.. İşte öncelikle SKIF’in kuruluşu böyle bir temele dayanmaktadır. Kanazawa Shian biliyorsunuz üstat Nakayama gibi JKA nın içerisinde yetişmiş Karate DO sanatının gelişimine büyük katkıları olmuş ve olmaya devam eden bir isimdir. Mücadele sanatlarıyla o kadar iç içedir ki Tai Chi, Kobudo gibi zenginliklere de kurslarında yer verebilmektedir.

Katalar üzerinde yaptığı değişikliklere gelince., Üstat üst seviyede ki öğrencilerine bir katanın Okinava versiyonundan yola çıkarak tüm ayrıntılarını detaylandırmayı eğitim anlayışının içerisine esas almıştır. Bizimle olan çalışmaların da kataları hep Okinava, JKA ve SKIF versiyonlarıyla detaylandırır, bizlerin kataları her boyutuyla öğrenmeye açık bir tutum içersine çeker. Kendisinin tutucu bir yanı yoktur, bir katayı yorumlarken o katada ki tekniklerin çok doğal ve akıcı olmasının, pratik değerini arttıracağını düşünür. Bunları yaparken de hiçbir zaman JKA ile o doğru bu yanlış bağlamında bir ifade karşıtlığına düşmez. Bilakis SKIF in temel aldığı kata anlayışının kendisine ait olduğunu, bu sonuca kendi tecrübe ve araştırmaları ile ulaştığını açıkça ifade eder.

Çokça konuşulan Goju Shı Ho Sho ve Dai katalarında ki isim değişikliği hususuna gelince., Üstad Dai ve Sho katalarının iç yapısını oluşturan teknik ve hareketlerle isimlerin uyumlanmadığını, o nedenle de bu değişikliği yaptığını söyler.

S16. Avustralya eyalet sistemi ile yönetilen çok büyük bir kara parçası, dünyanın 5. kıtası, bura da Karate Federasyonun yapılanma biçimi nedir?

C16. Avustralya 7 eyaletten oluşan Federal bir sistem ile yönetiliyor. Bu yönetim biçimine göre her eyaletin, her spor dalında bir federasyonu var ama bunlar sonuç itibarıyla merkezi ((milli)) federasyona bağlıdır. Bu Karate de böyle, Karate’de de her eyaletin bir Karate Federasyonu var ve bu federasyonlar Avustralya Karate Federasyonuna bağlılar. Eyaletlerde ki dojolar burada temsil edilir. Her temsiliyetin karşılığı bir oy demektir. Yönetim kurulu hakeza birer oyu olan insanlar tarafından oluşturulmuştur. Federasyona kayıtlı olan kuruluş ve dojolar yıllık belirlenmiş bir üye aidatı öderler.

Federal devletten federasyona başarıya dayalı yıllık bir fon ayrılır. Federasyon gelir kaynağının önemli bir kısmını federasyon çalışmaları ve eyalet federasyonlarının sporcularına yaptığı desteklerle sağlar. Şampiyonalar, seminerler ve özel sektörden sponsorluk desteği ile faaliyetlere ekonomik kaynaklar oluşturulur. Her şey devletten beklenmez, faaliyetlere herkesin katkı sağlayabileceği temel kriterler herkes tarafından benimsenmiştir ve herkes işini en iyi şekilde yapmaya çalışır.

S17. Sensei sohbetimizin anavatan bölümünü röportajımızın son kısmına sakladım… Şimdi bakın 1990 yılında Shotokan Karate DO isimli ilk kitabımı yayıma hazırlarken değerli sensei, kıymetli ağabeyim Mehmet DELİOĞLU bana sizden övgüyle bahsetmişti. Öyle ki sizin Shian Kanazawa ile bir resminizin bu kitapta illa ve illa olmasını arzu ettiğini söylemişti. İçerik olarak tamamen çizimler üzerine kurulu olan o kitapta basılı tek resim sizin resminiz oldu. Sanırım o resim aynı zamanda sizin ana vatanla ilk buluşmanız dı… Yani Türk Karatesi ile ilk temasınız gerçekten o kitaptaki küçük resimle beraber mi başladı…!?

C 17. Yurdunuzdan uzakta, dünyanın bir yerinde Karate DO sanatı ile uğraşıyorsunuz ve tabiî ki hiç olmazsa anavatan da bu sanatla iç içe olan insanlarla da kontağınız olmasını arzu ediyorsunuz. Ben o arzu ve istekle 1980 yılında Ankara -GSGM’lüğümüze bir mektup yazmış, ülkemde ki sensei ve sempailerle tanışmak istediğimi ifade etmiştim. Fakat maalesef bu mektubum karşılıksız kalmıştı. Daha sonra kendisi de SKIF üyesi olan Kasım DEMİR sensei ile Kasuya sense aracılığıyla tanıştım ve çok mutlu oldum. 1990 yılında ikinci kez Türkiye ye geldiğim de Kasım sensei ile yüz yüze gelme imkânı buldum. Ve ardından bahsettiğiniz kitabınızda resmimin yayımlandığını da görünce artık kendimi Türk Shotokan Karate DO ekolünün bir parçası olarak görmeye başladım. Buradan öte sırasıyla Kasım DEMİR, Mikdat KAHRAMAN, Mehmet DELİOĞLU, Ali ZAMANGÖR, İsmet TURNA, Hayrettin HAMURCU, Atilla ÇELİKTÜRK, Hakan ALPAY, Ercan İNCE, Hayrullah YAMANOĞLU, Himmet ERKUL, Recep ve Serkan KILAVUZ, M.A. DELİOĞLU, Salih KURT ve şimdi isimlerini hatırlayamadığım birçok değerli sensei ve sempai ile tanışma fırsatı buldum. Şu an Avustralya Karate Federasyonu teknik kurullarında görev yapmaya devam ediyorum ama inanın yüreğim ülkem de yaşayan insanlarımla beraber, iyi ki varsınız, sözün sonun da bu vesile tüm dost ve arkadaşlara sonsuz sevgi ve selamlar gönderiyorum…

Sensei bize zaman ayırdınız, tecrübelerinizi bizimle paylaşma anlayışı gösterdiniz ve ortaya bu güzel ve öğretici sohbet çıktı, size çok teşekkür ediyoruz. Sözün sonunda bizde aynı gönül bütünlüğü içerisinde size İyi ki varsınız diyoruz…

Memduh ŞANLI Oss…
Hasan OKUŞ Oss…

Röportaj : S.Hasan OKUŞ
Editör: Fatih Mehmet DOĞAN

Continue Reading

RÖPORTAJLAR

Sn. Atilla ÇELİKTÜRK – SUUDİ ARABİSTAN

Published

on

S/1.Sensei röportaj dizimizde bizlerlerle olmayı kabul ettiğiniz için öncelikle teşekkür ediyor ve hoş geldiniz diyorum.

C/1. Hoş bulduk, konu Karate DO ise biz her platformda göreve hazırız.

S/2. O zaman sizinle uzun soluklu bir röportaj yapacağız demektir.

C/2. Hay hay, seve seve.

S/3. Biliyorsunuz bizler bu röportaj dizimizde yurt dışında görev yapmış ve yapmaya devam eden tüm senseilerimize bir şekilde ulaşıp onların uluslar arası deneyimlerini paylaşıma açmak istiyoruz ve şimdi izninizle sizinde bu birikimlerinizden yararlanacağız ama bir de siz Türk Karate DO tarihinin önemli kilometre taşlarını oluşturan bir isimsiniz yani birazda tarihe tanıklık etmiş biri olarak bize Türk Karate DO sunun dünü, bugünü ve geleceği üzerine sorular oluşturma fırsatı verirseniz yarın Türk karate DO tarihi üzerine araştırma yapacak olan nesillere de birinci ağızdan bir veritabanı yaratmış oluruz diye düşünüyorum.

C/3. Tamam o zaman siz sorun ben cevaplayayım.

S/4. O halde en başa dönelim, sanırım siz sporcu bir babanın oğlusunuz Karate DO ya başlamanıza babanızın bir etkisi oldumu, hangi yıl, nerede, hangi şartlarda bu etkinliğin içerisine girdiniz.

C/4. Sporcu bir babanın oğlu olduğum doğru ama spor konusunda seçimim tamamen kendi tercihimdi. 1969 yılında ilk olarak o yılları bilen herkesin hatırlayacağı İstanbul-TAGAR spor merkezinde vücut geliştirme yaptım. Sonra gençlik heyecanı Boks’a merak duydum 1970’te başlayan boks yaşamım Feriköy, Beşiktaş ve daha sonra da Dolmabahçe stad tesislerinde devam etti. Hocamız Avrupa’nın en teknik boksörü unvanına layık görülen, o devrin en popüler ismi sayın Vural İnan’dı. Kulübümüzün adı TSYD dı. (Türkiye Spor Yazarları Derneği) Vural hocamızda T.S.Y.D tarafından boks branşının başına antrenör olarak getirilmişti. Vural hoca müsabıklığıyla birlikte kendisine verilen çalıştırıcılık sorumluluğunu çok sahiplenmiş ve büyük bir heyecanla bizlere boksun tüm inceliklerini ve sporcu centilmenliğini aşılamıştı. Bende T.S.Y.D. nin 71 kg. sporcusu olmuştum. Şimdi uzun yıllar sonra bu vesile Vural hocamı burada saygı ve rahmetle anıyorum.

S/5. Peki Karate DO ile tanışmanız nasıl oldu..?

C/5. Rahmetli Vural hocamızdan sonra Bülent SÜMER hocamızla boksa devam ettik, Bülent hoca da çok kibar ve iyi bir antrenördü ama nedense bende boksa karşı bir soğukluk başlamış ve farklı arayışlar içersine girmiştim ve o günler de JUDO çalışmalarına başladım, bu çalışmalar değerli Shian, kıymetli hocam Hakkı KOŞAR’ ın Dojo’sunda yapıldığı için Karate DO ile de orada tanışmış oldum.

S/6. Yani aynı Dojo da hem JUDO, hem KARATE DO derslerine mi giriyordunuz.

C/6. Judo da Erol ADIYAMAN ve Kutlu URAL senseiler ders veriyordu, dersler gerçekten ambiyansı yüksek bir atmosferde yapılıyordu ve hiçbir antrenmanı kaçırmıyordum. O günlerde (1971) Hakkı Shian ın asistanlığını yapan Mithat OKAY mavi kuşaktan, kahverengi kuşağa yeni terfi etmişti ve ben Mithat sempainin öğrencisi olarak Karate DO ya başladım. Mithat sempai ile kısa zaman da aramızda güzel bir sempati ortamı oluştu, hatta hiç unutmuyorum bana mavi kuşağını hediye etmişti ve ben birkaç yıl sonra mavi kuşağa terfi ettiğimde büyük bir heyecan ve gururla o kuşağı takmıştım…

S/7. Derslerinize sürekli Mithat OKAY sempai mi girerdi?

C/7. Dojo’muz o günlerde bizim her şeyimizdi antrenman hırsı ve azmimiz inanılmaz yüksekti, derslerimize Mithat sempai de girer di, Hakkı Shian da. İlerleyen zaman içersinde Hakkı KOŞAR hocamız Kadıköy altıyol da ki dojosuna beni asistan olarak aldı, daha sonra Moda da açılan yeni dojo ya asistan olarak görevlendirildim. Bir ara Hakkı hocam ve Aydın ÖZTEK hocamın şaşkın bakkalda ki dojosun da hem Judo hem de Karate DO branşlarına asistanlık ettim…

S/8. Peki siz bunca yoğunluk içerisin de kendiniz antrenman yapabiliyor muydunuz.

C/8. Bana verilen asistanlık görevi saatleriyle elit sporcuların antrenman saatleri farklıydı ve ben asla hiç bir çalışmayı kaçırmazdım, dahası kendi başıma eksiklerimi gidermek için özel antrenmanlar da yapardım. Ayrıca o tarihlerde Büyükada da yaşıyordum yol sorunları sebebiyle eve gitmez dojoda kalırdım. Bu iki yıl falan sürmüştü. Buda benim için çok hoş bir anıdır. Karate DO için Karate DO dojosunda yaşam.

S/9. “Karate DO İÇİN Karate DO dojosunda yaşamak” güzel bir tanımlama… Peki sensei o günlerde antrenmanlar da en çok neye dikkat edilirdi, Sensei ve Öğrenci ilişkileri nasıldı, çalışmaların teknik mantalitesi nasıl bir açılıma sahipti biraz açarımsınız..?

C/9. Aslında daha öncesi pek olmayan bir çalışma düzeniydi. Biraz açayım isterseniz. Sn. Hakkı hocamız ne tür bir uygulama yaparsa biz onu öğrenirdik ve bizde alt kuşak derslerinde onun benzerini uygulardık. Yani Sn. Hakkı hocanızın bilgi ve becerileri örnek oluştururdu. Ancak ben ve diğer arkadaşlar (Serdar SITAÇ, Rıfat EGEMEN ve Hakan ALPAY) daha sonra açmış olduğumuz dojolarda başka uygulama tarzları getirdik. Bu da doğal olarak dojolar arası rekabeti de peşinden getirdi. Benim ve diğer arkadaşlarımın sistemleri müthiş bir kalite ve yeni isimlerin Türk karatesinde yetişmesine vesile olmuştur. Bu anlattıklarım olumlu bir gelişmeyi işaret etmektedir.

S/10. Karate DO çalışmaları yalnızca İstanbul’la mı sınırlıydı, Anadolu ya bir açılım gerçekleşmiş miydi, Türkiye ya da İstanbul da Karate karşılaşmaları düzenleniyor muydu, kurallı yarışmaları yönetecek yetişmiş hakemlerimiz varmıydı ?

C/10. İlk başlarda sessiz bir çalışma başlamıştı. Daha sonraki turnuvalarda hepimiz hazırladığımız öğrencilerimizle yarışmalara katıldık. Hatta bizler öğrencilerimizle birlikte dövüşüyorduk. Bazen de öğrencilerimizle dövüşüyorduk. Yani öğrencimizin rakibi oluyorduk. Ancak yapacak bir şeyde yoktu. Hepimiz gençtik hepimiz 22-25 yaşlarındaydık. Bu arada öğrencilerimizin arasında yetişen bazı arkadaşları da hakem olmaya teşvik ediyorduk. Düşünün bir yeşil kuşaklı öğrencimizi hakem olarak ortaya çıkarıyorduk ve ona oss hocam diye hitap ediyorduk. Bizi gören gençlerde bu saygıyı devam ettiriyordu. Zamanla bu konuyu da çözmüş ve sayısız milli hakemler yetiştirmiştik. Bu arada size bir şey hatırlatayım. Eğer Türk karatesinde bu saydığım isimler olmasaydı, GERÇEKTEN HİÇBİRŞEY OLMAZDI OLAMAZDI. Neden böyle söylüyorum biliyor musunuz? Bizim gurubumuzdan hariç herkes hiç karatenin eğitimine önem vermiyorlar ve ayakları yere basmıyordu. Biz 1974 ten itibaren yurt dışındaki tüm kurs ve seminerlere giderken ve öğretileri yurt içinde öğretirken bazıları bir takım boş işlerle vakit geçiriyordu. Sn. Hakkı hocamızın eğitime önem vermesi ben ve Hakan hocanın bunu devam ettirmesi o dönemi mükemmelleştirmiştir. Ayrıca Alev ORAL hocanın Londra’dan döndükten sonra Türk karatesine getirdiği ambiyansla yaptığı katkılar anlatılamaz yaşanır. Alev ORAL ve Hakan ALPAY sayesinde Karate bazı alanlarda ciddiyet kazanmıştır. Bence ONLARIN YERİ DOLDURULAMAZ.

S/11. Sensei Türk Karatesinin bir federasyon çatısı altına toplanmadığı yıllarda uluslar arası yarışmalarda ülkemizi temsil eden bir takımımız vardı, nasıl oluyordu bu temsiliyet..?

C/11. Doğrudur o yıllarda bizi koruyup kollayan bir federasyonumuz yoktu dolayısıyla konforlu kamp olanaklarımız, Karate Gi, eşofman, iaşe, pasaport ve, seyahat masrafları her şey bizim cebimizden çıkmak zorundaydı. 1975 yılında Yugoslavya da Balkan ve aynı ay İtalya da Avrupa şampiyonlarında o zorlu şartlarla ülkemizi temsil ettik, tabi millilik çok güzel bir duygu ama işte o günlerin gerçeğiydi bu.

S/12. Gerçekten inanılmaz bir azmin ifadesi o yıllar, şimdi genç arkadaşlarımızın Türk Karate DO’ sunun nerelerden geldiğini bilmesi anlamında çok değerli olduğuna inandığım açıklamalar bunlar… Devam edersek ilk siyah kuşak 1.dan’ınızı ne zaman aldınız..?

C/12. 1975-77 arası vatani görevimi ifa ettim. Askerlik dönüşü 1977 Mayısın da Londra da her yıl geleneksel olarak yapılan kurslara katıldık ve orada açılan imtihanlarda da JKA siyah kuşağımı almış oldum. Gerçi ben K.S.KC.de zaten siyah kuşaktım ama bu uluslar arası bir kemerdi. Sağ olsun Sn. Hakkı hocam hepimizi çok üstün seviyede yetiştirmişti. Yoksa bu imtihanlar da rezil olurduk.

S/13. Askerlik sonrası aktif müsabıklık yaşamınızı devam ettirdiniz mi ?

C/13. Elbette siyah kuşağımı aldıktan hemen sonra Milano da yapılan Avrupa şampiyonasına katıldık. 1977-78-79-80 yıllarında organize edilen tüm Balkan ve Avrupa şampiyonalarına katıldım. Ama şimdi burada Ahde Vefa herkesin ama herkesin özelikle bilmesini istediğim T.A.K.O (Türk Karate DO Organizasyonu) gerçeğinin altını çizmek istiyorum. Bütün bahsettiğim bu faaliyetler T.A.K.O sayesinde gerçekleşmiştir. Bugün ülkemizde Türk Karatesi diyebiliyorsak, hatta bir federasyonumuz varsa bunu tamamen T.A.K.O’ya borçluyuz. T.A.K.O nun kurucusu ve başkanı Shian Hakkı KOŞAR, onun ekibi Atilla ÇELİKTÜRK, Alev ORAL, Serdar SITAÇ, Rıfat EGEMEN, Hakan ALPAY, Halil ÖDEMİŞ ve diğer arkadaşlarımın emeklerinin asla unutulmamasını rica ederim.

S/14. T.A.K.O’nun Federasyonunu arayan Türk Karatesinin oluşumunda nasıl bir tarihi misyona sahip olduğu elbette Türk Karate DO ailesinin tüm nesillerince bilinmeli, o anlam da emeği geçen her ismi tabi ki saygıyla anıyoruz. Bunlar Türk Karatesinin oluşum sürecinde gayri federe yıllarımız peki ya federasyon..?

C/14. Türk Karate DO su 1980 yılın da ilk kez rahmetli Cihat USKAN başkanlığında JUDO federasyonuna bağlandı, 10 yıl boyunca da judo ve Karate Federasyonu bir çatı altında çalıştı. 1981 yılında ilk Milli takım kuruldu ve Yugoslavya Üsküp’te ilk milli temasımız bu balkan turnuvası olmuştu. 1982 yılında ise İsviçre’nin başkenti Zürih’ te 1982 Avrupa büyükler şampiyonasına yine milli takım olarak katıldık.

S/15. Sensei onca yıl kendi olanaklarınızla yol aldıktan sonra bir federasyonumuzun olması hareketi ne yöne sürükledi, nasıl bir dinamik ortaya çıktı.

C/15. Hiç unutmam rahmetli başkanımız Cihat USKAN, rahmetli arkadaşım Yavuz KUTLU ile beni Sarıyer Mersinli Ahmet Tesislerine götürdü, bu tesislerden artık sizde yararlanacaksınız dedi, inanılmaz şaşırdık, çünkü onca yıl Balkan, Avrupa ve Dünya şampiyonalarına gittik ama devletimize ait bir kamp tesisini ilk kez görüyorduk, hatta kendisine defalarca bize gerçekten bu tesislerden yararlanma olanağı verilecek mi diye sorduğumuzu bile hatırlıyorum. Sonra artık resmi İstanbul ve Türkiye şampiyonaları düzenlenmeye başladı ve ilk kez Hakkı Shian ın dojosu dışında devletimizin kurduğu spor alanların da yarışmaya başladık, yarışma günleri tesis görevlilerinin bizi her an kapı dışarı edeceğini bile düşündüğümüz olurdu…

Yani biz böyle olanaksızlıların içerisin de mücadele ettik. Şimdi acaba Türk Karatesinin Federasyonsuz yaşanan o yıllarını bilmeyen antrenörlerimizin, sevgili müsabıklarımızın bu zorlukları anlayabilmeleri mümkün mü..? Benim dileğim elbette hem antrenör kardeşlerimin, hem sevgili sporcularımızın çok daha mükemmel ortamlara sahip olmalarından yana ama Türk Karate DO sunun bugünlere nerelerden geldiği de bir şekilde bilinmelidir diye düşünüyorum. Gerçekten çok zorluklar yaşadık, o zorlukları yaşayan bizler henüz hayattayken böyle tarihe tanıklık etmeliyiz, böyle tarihe not düşmeliyiz ki bunlar bilinsin.

Hakkı KOŞAR, Kazım AKTAN, Ramazan SELEK, Uğur KESİM, Zafer ALTIOK, Hüseyin BAHAR, Mithat OKAY, Sezai ÖZBEK, Atilla BALAMİR, Serdar SITAÇ, Hakan ALPAY, Alev ORAL, Halil ÖDEMİŞ, Yavuz KUTLU, Ömer DOĞANLAR,Rıfat EGEMEN ve ben Atilla ÇELİKTÜRK gibi daha niceleri bu zorlu yolun yılmaz savaşçıları oldular. Şimdi bu isimlerin çoğu da aramızdan ayrıldı. ALLAH RAHMET EYLESİN, Allah aramızdakilere hayırlı ve uzun ömür nasip etsin. Başta HAKKI KOŞAR ve KAZIM AKTAN hocalarımıza. Yani Türk Karate DO sunun bugünlere ulaşmasında çok zorlu ama çok ta yürekli bir mücadele verildi.

Şimdi herkes olduğu yerde şöyle bir dursun ve düşünsün bu gün Karatemiz milli eğitim de kabul gördü, devlet tesislerinde çalışılıyor, yerel yönetimler her türlü olanağı sunuyor, devletimiz sporcusunu kamplarında eğitiyor, milli takımının her türlü donanımını sağlıyor, başarılı olan sporcu ödül yönetmeliğinden yararlanıyor iyi de oluyor. Şimdi bütün bunları bizim yaşadığımız süreçle kıyaslayın… İşte sorunuzun cevabı..!! Ancak Hasan sensei federasyonun kurulmasıyla da başka sorunlar gündeme gelmeye başlamıştı. Herkeste bir telaş ve baş olma mücadelesi hakim olmaya başlamıştı. Benim defalarca uyarmama rağmen kuşak sınavları yapılmadan antrenör ve hakem imtihanlarının yapılması bir çok problemi beraberinde getirmişti..!

S/16. Evet o süreci yakinen bilen birisi olarak ben de şimdi ki sorumu geniş tutacağım. Hatırımda kaldığı kadar o süreçte maalesef Edirne’den öteye adım atmamış pek cok insanımız çarşaf çarşaf Alman,İngiliz, Fransız organizasyonlarından alındığı işaret edilen siyah kuşak diplomalarının denkliğinin yapılması için federasyonumuza müracaat etmiştiler… Bir de hakikaten Dünya Karatesinin duraksamadan tescil edeceği çok kaliteli dan sahibi insanlarımız var dı..! Hak eden ve etmeyen ,gerçek ve hayal bir birbirine karışmıştı… Sorun öylesine çetrefilleşmişti ki dönemin Almanya teknik direktörü Sensei Hideo OCHİ 3 kez ülkemize getirtilmiş hatta bir keresinde İmamura sensi de aynı nedenle seviye tespit sınavı yapmak üzere İstanbul’a gelmişti…! Bu Türk Karate’sinin henüz yeni federe olduğu o yıllarda çok ciddi kamplaşmaların yaşandığı bir dönemdi… Ve siz o süreçte bu kaosun tam orta yerindeydiniz. Şimdi tam sırası gelmişken tarihin bu önemli kesitinde neler oldu, birinci ağızdan bu konuyu biraz açarımsınız…?

C/16. Öncelikle tekrar etmekte fayda gördüğüm sebebi açıklayayım isterseniz. Bugün dahi antrenör olmak için aranan en önemli özellik nedir ?

Dan sahibi olmak…!

Öyle değil mi..?

Peki neden yeni kurulan federasyon yanıldı da önce antrenör diplomaları dağıtıldı sonra, dan imtihanı meselesi gündeme gelince kıyamet koptu.!?

İşin ilginç olanı O gün antrenör imtihanı kararını federasyona aldıran teknik kurullardan sorumlu sn. Hakkı KOŞAR hocamız nedense dan imtihanı kararına da önce olur dedi daha sonra bir gün kala katılmama kararı aldı..!

Sensei Hideo OCHİ bu imtihanı yaptıktan sonra ülkesine dönecek onun imtihan ettiği bizlerde Türk karatesinin kuşak imtihanını yapmış olacaktık. Başında da tabiki sn. Hakkı hocamız olacaktı. Ancak sn. Hakkı hocamız katılmayarak ve de arkasına aldığı kardeşlerimizle bize, yani Türk karate federasyonuna itaat edenleri protestoya davet etti ve Türk karatesi daha kuruluş aşamasında ilk hasarını aldı..! Kimden ? Türk karatesini kuran ve ilk teknik kurullar sorumlusundan aldı..!

Bizler o tarihte hem sporcu hem antrenör hem de federasyon kurullarında görev yapıyorduk, nedeni de yeni kurulan federasyonun çatısının oluşması için gerekli yetişmiş eleman eksikliğindendi. Bir gün içinde gereksiz yere bir kapris uğruna Türk karatesi çıkmaza girmişti. Ancak bu kabak birilerinin başına patlamalıydı o da ben, Hakan ve Alev hocanın başına patlamıştı. Hakkı hocamın oluşturduğu çoğunluğu genç (hemen hemen hepsi ) ben, Hakan ve Alevin hocanın öğrenciliğini yapmış arkadaşların bize karşı olması bizi çok yıpratmıştı. Bir yandan federasyon başkanı bizi devlete itaat etmeye devletin çatısı altında olmaya çağırırken bir yandan düne kadar birlikte mücadele verdiğimiz hocamız ve arkadaşlarımızla sorun yaşıyor olmuştuk. Bazen aramızda toplantı yapar ve Karate sporunun zarar görmeden nasıl bu işi çözeceğimizi tartışırdık. O dönemi ne zaman hatırlasam aklıma şu gelir. Yahu hiçbir menfaatimiz (yani maaş ve ek gelir) yokken biz ne mücadelesi veriyoruz.

Tabiki tek cevabı var : Çocuğumuz gibi gördüğümüz Karate sporunu daha doğmadan öldürmemek için. Ancak günümüzde o günkü yapılanların büyük bir hata olduğunu belirten arkadaşlarımız çoğunluktadır buda bizim bir nebze olsun acımızı hafifletiyor. Allah bir daha böyle kaoslar camiamıza yaşatmasın inşallah !

S/17. Evet her ne sebeple olursa olsun çok keskin mevzilenmelerin yaşandığı o günleri Türk Karate DO’ sunun bir daha yaşamaması, akli selimin her daim camiaya egemen olması hepimizin ortak dileği.

1985 yılında ülkemizde ilk kez bağlı olduğumuz IAKF ‘in Avrupa Karate şampiyonası düzenlendi (( I.AK.F-Uluslar Arası Amatör Karate Federasyonu)) ama bu aynı zamanda (olimpik anlamda..!) IAKF ‘in fesi ve WUKO’ya ülke olarak kaydoluşumuzun da miadıydı. Bize bu şampiyonaya hazırlanışımız ve neticelerinden bahseder misiniz…?

C/17. Bu dönemde çok sancılı olmuştur. Karatenin yeni federasyon başkanı Sn. İbrahim bey önce Sn. Hakkı hocayı kurullar sorumlusu yaptı daha sonra 1985 Avrupa şampiyonası için yeni teknik direktör adayı seçimine çıktı. Sn Ahmet BERKOL hocanın judo salonunda tüm teknik direktör adaylarıyla bir toplantı düzenledi ve tüm adayları ve programlarını dinledi ve beni 1985 Avrupa Karate şampiyonasına katılacak Milli takımın başına getirdi. Hiç unutamam 52 milli sporcu ve 30 gün kamp yer Sarıyer Mersinli Ahmet kamp tesisleri. Herkes çok iyi hatırlar kamp tam bir kaosa dönüşüyordu bazen. Hakkı hocamızın başkan İbrahim beyle gece ziyaretleri ve gece 22-23 saatlerinde özel seçme karşılaşmaları bizi canımızdan bezdiriyordu. Ancak ben can siperane bir mücadele vermek zorunda kalıyordum. Tehdit telefonlarından tutunda bazı kişilerin içten ve dıştan bizi yıldırma çalışmaları bizi yıldırmadı. Ve sonuç Türk Genç Takımımız Avrupa şampiyonu oldu. Onca zorlamalara ve provokasyonlar boşa çıkmıştı. Ve verilecek “BENCE EN GÜZEL CEVAP BU OLMUŞTU”.

Size şampiyon olan takımın adını ve kulübünü açıklamak isterim.

1985 Avrupa Karate Şampiyonu olan Türk milli takımı.

1. Ahmet ÇAKIR (Atilla Çeliktürkspor merkezi.) Sporcusu.

2. Hasan ÇEBİ (Atilla Çeliktürkspor merkezi.) Sporcusu.

3. Ömer HABEŞ (Hakan Alpay spor merkezi) Sporcusu.

4. Veysel BUĞUR (Berlin BANZAİ spor merkezi.) Sporcusu.

5. Resul (Alev Oral spor merkezi ) Sporcusu.

Bu takım için şampiyonadan önce bunların hepsi sarı ve turuncu kuşaktır hile ile maça çıkarılıyorlar denilmişti. Ancak takım Avrupa şampiyonu olunca herkes susmuştu.

Not:Hala cevabını merak ettiğim soru şudur. Yıllar önce “Türk Karatesinin Babası Hakkı KOŞAR” diyen Sn. İbrahim ÖZTEK neden federasyon başkanı olunca toplantı düzenleyerek milli takıma direktör arayışına çıkmıştır. Herhalde çok demokrat olduğu içindir diyebilirsiniz. BENCEDE ÖYLEDİR.

Sn. İbrahim ÖZTEK gerçekten ender karşılaşacağınız türden medeni, aydın ve demokrattır. Kendisinin önünde Türk karatesine ve bize olan katkılarından ötürü saygıyla eğiliyorum…

S/18. Sensei ülke olarak WUKO ya geçişte sizin çok ciddi katkılarınız oldu, o süreçte bir ayağı Avrupa da olan, ülkemize değişimi bire bir aktaran bir isim oldunuz… Bu geçiş sürecini, IAKF ve bugünün WKF’si olan WUKO arasında ki temel farklılıkları nasıl tanımlarsınız..?

C/18. Biz İAKF ten ayrılarak WUKO geçtiğimizde gerçekten büyük bir şok yaşadık. Her şey çok farklıydı. Aramızdan bazılarının aradaki farkı o dönemdeki izahı bana hep gülünç gelmiştir. Efendim sabit değil de hareketli isen bu WUKO dur derlerdi. Oysa herkes zamanla görmüştü her şey çok farklıydı. Tek puanlıdan çok puanlıya geçişte en önemli sıkıntı kondisyon ve mukavemette yaşanmıştır. Tekniklerin daha estetik ve uzun boyutta uygulanışı ister istemez antrenmanlarda streching ve özel kas egzersizlerini ön plana getirmiştir. Ayrıca uzun süreçli puanlama sistemi daha dayanıklı ve atletik olana şans tanımıştır.

Takdir edersininki IAKF de buna pek ihtiyaç duyulmazdı. Ben öncelikle işe WUKO da başarılı isimlerle yola çıktım ve onların programlarını ülkemize taşıdım. Almanların ünlü teknik adamı değerli dostum Sensei Günter Mohr ve dünya tatamilerinin ünlü ismi değerli arkadaşım Sensei Pat Mc Kay ile olan özel dostluklarımın bana çok faydaları olmuştur. Şu anda Alman milli takımları baş antrenörü Sensei Antony LEUCİ de bana katkı sağlayanlar arasında yer almıştır. Ben kendilerine açıkça WUKO ya yeni katıldığımızı ve teknik açıdan bazı ihtiyaçlarımın karşılanması hususunda dostça yaklaşımlarını beklediğimi belirttim, onlarda bana her zaman yardımcı oldular.

Sensei JOEF THOMSON semineri bize çok şeyler kazandırmıştı. Bu gün bu seminere katılan sporcuların isimlerini size sayarsak. Ben antrenör olarak katıldım ve sporcular Esat DELİHASAN, Aytekin SOYKAN, Leyla GEDİK, Haldun ALAGAŞ, İbrahim ERÇİN, Zeynel ÇELİK ve ismi şu anda aklıma gelmeyen bugün Türk Karatesine değerli birer isim ve şampiyon olan gençlerdir. Ben Türk sporcularının teknik ve taktik açıdan adaptasyonunu sağlarken değerli arkadaşım Sn. Hakan ALPAY Sensei daima beni desteklemiştir. Daha sonra kondisyon ve mukavemet çalışmalarında en büyük devrimi yine Sn. Hakan ALPAY Sensei yapmıştır.

Bu çalışmalar daha bir yıl geçmeden netice vermeye başlamıştır. Bugün gelinen nokta bellidir bu programa dahil olan genç kadro bugün iş başındadır ve her şeyin farkındadır. Bu yüzden hiç kimse Türk takımlarının kendi kendine Dünya ve Avrupa şampiyonu olduğunu zannetmesinler. Bugün Türk karatesinden yetişerek spor akademilerini bitirerek akademik kariyer yapan bazı değerli kardeşlerimizinde hakkı teslim edilmelidir. Bugünkü federasyonun seminer ve faaliyetlerine bu kardeşlerimizi dahil etmesi çok olumlu ve faydalı olmaktadır. Haset ve fitnenin hiç kimseye fayda getirmeyeceği artık bilinmelidir. Tenkit ve eleştirilerin görevde olanların motivasyonunu aksi yönde etkilememesine özen gösterilmelidir. Ben damdan düşen olduğum için damdan düşenlerin anlamını ve zararlarını iyi bilirim.

S /19. Sensei geçmişe dönüp belki sizi biraz hüzünlendirdim ama Türk Karatesinin tarihini bu tarihi yaşayanlara anlattırmanın, yeni nesillere nerelerden geldiğimizi aktarmak adına önemli olduğunu düşünüyorum. Şimdi dilerseniz röportajımızı buradan öte sizin yurt dışı görev alanınıza taşıyalım. Siz Türkiye de çok aktif olduğunuz bir süreçte aniden Saudi Arabistan milli takımlarının başına geçtiniz, bu transfer nasıl gerçekleşti…?

C/19. İşin özü 1980 dünya karate şampiyonasına dayanmaktadır. O tarihte ben sporcu ve antrenördüm. Dünya şampiyonasına iştirak eden Suudi Arabistan takımının federasyon başkanı ile tanışmıştım oda beni davet etmişti. Ancak aradan 12 yıl geçmişti federasyon başkanı da değişmişti. Yıl 1992 yine dünya şampiyonası ve yeni ekiple tanışmıştım. Ancak ben artık 37 yaşında olgunlaşmış bir teknik adamdım ve başarılarım çoktu hele 1992 Dünya şampiyonasında aldığımız netice de çok iyiydi. Ardından 1993 Cezayir de yapılan Dünya kupasında da çok iyi netice almıştık. 1994 te Suudi karate federasyonu bu teklifi bizim federasyon başkanına yapmış ve o da bana iletmişti. Benim maceramda böylece başlamış oldu.

İlk etapta ben temmuz 1994 te Suudi Arabistan’ın başkenti Riyada gittim. Bana sunulan ekiple ilk çalışmamı yaptım ve hemen durum tespitine başladım. Lakin pozisyon çok hiç de iç açıcı değildi. Yaptığım testlerde adamlar dökülüyorlardı. Ben hemen yurt dışında kamp teklifi yaptım. Çünkü içerde ben bu ekiple bu işi çözemeyeceğimi anlamıştım. Fakat ayrı bir sorun vardı o da federasyon sekreteri Mısırlıydı ve kampın Mısırda olmasını istiyordu. Daha önce defalarca Mısırda kamp yapılmasına rağmen bir adım dahi ileri gidilmemişti bununda birçok nedenleri vardı. Ben yavaş yavaş konulara vakıf olmaya başlıyordum. Ben federasyona kampın Türkiye de olmasındaki ısrarımı sürdürdüm ve takımımı SAKARYA ya kampa getirmeyi başardım.

Sakarya da zaman zaman Meydan ve Hikmet hocaların dojoların dan elemanlarıda çalışmalara katılıyorlardı. Suudileri karışık çalıştırıyordum. Yani Suudileri birbirleriyle hiç eşlendirmiyordum. İlk hafta sonu meydan ve Hikmet hocanın sporcularıyla maç yaptık ve yenilmiştik. Maçları yöneten Savaş AKSU ve Rıza ERDOĞAN çok şaşırmışlardı. Bana hocam bunlar gerçekten Asya oyunlarında yarışacak takım mı ?diye sormuşlardı. Ben işe çok yönlü soyunmuştum. Hem onlara atlet olmayı hem de modern karateyi öğretmeliydim. Çünkü elemanlar sağlıklı bir atletik yapıya sahip değillerdi. Önce bu meselenin çözülmesi gerekliydi ki ben teknik ve taktikleri bunun üzerine koyabilmeliydim. Bir yandan değişen hakem kurallarını bir seminer şeklinde istirahat sıralarında veriyordum, bir yandan onlara form kazandırmak için planlarımı devreye sokuyordum. Ayrıca her hafta sonu değişik bir takımla maç yaptırıyordum. İstanbul, İzmit ve Sakarya takımlarıyla sürekli temas halindeydim. Onları kampa davet ederek ikili çalışmaya sokuyordum.

25 gün süren bu çalışma artık Türkiye de sona ermişti. Ben de takımla birlikte S.Arabistan’a geri dönmüştüm. Çalışmalara CİDDE de devam ettik. Federasyon buraya Mısırdan sporcular getirtti ve onlarla birlikte tekrar kamp çalışması yaptık. Tekrar Riyad ve Cidde’de çalışmalar yaparak kampı tamamladık. İşin en zor kısmına gelinmişti 16 sporcudan 4 ü yarışmaya gidebilecekti. 12 kişi evine geri dönecekti. Arap yöneticiler müthiş bir siyaset yaparak bu işi bana fatura ettiler yani takımı ben seçmiş olacaktım ama aslında takım benden önce seçilmiş ve isimler Asya oyunlarına Japonya ya gönderilmişti bile. Ben onların seçtiği sporcuları seçmek zorunda kalmıştım ne kadar itiraz etsem de faydası yoktu çünkü bu isimler değişemezdi.

Ben bu 4 sporcuyla baş başa kalmıştım. Giden 12 sporcu bana kesin gönül koymuştu buna eminim. İşin kötüsü ben onlara sebebini açıklama şansına da sahip değildim.

Şimdi aradan 14 sene geçti ve ben yine onlarla beraberim ve ama gerçeği yine dile getiremiyorum. Onlar bana karşı her zaman saygılı oldular ve benimle olan bağlarını asla kesmediler aralarında sporu bırakanlar bile beni ziyaret ediyorlar.

Japonya’nın Hiroşima kentinde yapılacak olan Asya oyunlarına çok erken gittiğimiz için bir programda orada uygulamıştım. Sadece taktik çalışmalardan oluşan bir programla maç gününe geldik. 47 Asya ülkesinden oluşan oyunlar içine Japonya dan İran a büyük bir coğrafyayı kapsıyordu. Ve Suudi Arabistan da bu oyunlara Karate branşında 60-70-75 ve +80 kiloda 4 sporcu ile katılıyordu. Çok zorlu ama bir o kadarda entrikalarla dolu yarışmaların içinden Suudi Arabistan olarak Karate de 4 sporcu ile 1 gümüş 1 de bronz madalya alarak çok iyi bir form göstermiştik. Ancak başta İranlı hakem Seyyidinin yönettiği maçlar gerçekten bir rezelete dönüşüyordu. +80 kilo da Japon sporcuyla yaptığımız final tam fiyaskoydu.

Dünya karate federasyonu başkanı Mr.DELCOURT bile dayanamadı benim omuzum dan tutarak “Bana göre +80 kilo da şampiyon Suudi sporcudur” diyerek Suudi TV sine demeç vermişti. Çünkü Japon atak yapmamıştı Suud vurdu ve Japon puan aldı ve altın madalya kazandı. Ben bunca yıldır Mr.DELCOURT tanırım ama ben onun hiçbir maçın neticesine reaksiyon verdiğine şahit olmadım, sanıyorum hiç kimsede şahit olmamıştır. Çünkü bir Dünya federasyon başkanı böyle reaksiyonlarda bulunmaz demek ki insan nasıl bir ruh haline sahip oluyor ki bu reaksiyonları gösterebiliyor. Ben gerçekten mutlu olmuştum ama aradan 14 yıl geçti İranlı Seyidi hala hakemlik yapıyor. Ben olsam utancımdan hakemliği bırakırdım.

Netice olarak 3 aylık bir programla 4 sporcuyla 2 madalya almak gerçekten iyi neticeydi.

Acı olan ne biliyor musunuz? Karate branşında madalya gelmez diye 4 sporcusunu Asya oyunlarına gönderen Suudiler benden sonra her oyuna tam kadro katıldılar ancak 14 yılda 1 bronz madalya aldılar oda benim milli takıma aldığım bir genç oldu.

Eğer ben 14 yıl sürekli kalsaydım durum çok farklı olurdu. Değil 14 yıl 14 ay dahi kalamadım. Ancak her seferinde kısa dönem çalışmalar oldu. Kısa programlarla istenilen netice elde edilmiyor. Gerçi Suudi Arabistan karatecileri hakemi, sporcusu ve de antrenörleri beni çok sever ve sayar ancak ben daha çok fayda sağlamalarını arzu ederim.

S/20. Saudi Arabistan çok geniş bir coğrafya ve ben sizin o ülkenin en ücra köşelerine kadar spor Karate yi yaymak, modern antrenman modellerini yaygınlaştırmak için seminerler verdiğinizi biliyorum. Çok genel olarak saudi Karatesini yeniden yapılandırmak adına yaptıklarınız ve yaşadıklarınız..?

C/20. Ben Suudi Arabistan’ın bir çok bölgesinde eğitim çalışmaları yaptım, bu çalışmalarım genelde onları modern Karate’ye adaptasyon ve milli sporcu yapacağım gençleri bulmak üzerine olmuştur.

Hiç kimse benim anlattıklarımdan Suudi Karatesinin kötü olduğu anlamını çıkarmasın bu yanlış olur. Suudiler antrenörü olsun sporcusu olsun teknik olarak iyiler benim kastım modern karateye olan adaptasyon ve bilgi eksikliğidir.

Bir milli takım düşünün ki teknik tamam ama taktik acıdan problem var.

Milli takım sporcularının ve antrenörlerinin yeme içme programının olmaması da var tabi. Bu nasıl iştir. Siz ne zannediyorsunuz, her şey hazır önünüze tabakta getiriliyor mu zannediliyor? Öyle bir durumda devir alıyorsunuz ki içinden çıkmak için bir ömür tüketmeniz gerekir.

Bir ülkeye sizi milli takım antrenörü yapıyorlar ve her şeyi ayağınıza seriyorlar zannedilmesin.

Zaten her şey mükemmel olsa sizi niye çağırsınlar?

S/21. Evet haklısınız (Her şey mükemmel olsa niye çağırsınlar..!) ilk bakışta körfez ülkelerinin petrol dolar zengini olduğu ve parayı nereye harcayacaklarını bilmedikleri düşünülür oysa bu kural yabancılar için geçerli değildir, elbette göreve çağırdıkları yabancılara iyi maaş verirler, iyi yaşam koşulları sağlarlar ama o kişinin dünya ölçeğinde bilgi ve donanıma sahip olmasına da özen gösterirler… Peki sensei daha sonra siz Saudi, den Ürdün Karate milli takımlarının başına geçtiniz biraz da bize Ürdün’den söz edermisiniz…?

C/21. Ben 2002 de S.Arabistan’ı çalıştırırken Suud milli takımınla Ürdün’de kamp yapmıştım. Hatta Türkiye’den sporcular ve Hakan sensei de katılmıştı. Bu kampta Ürdün federasyon başkanı ile münasebetimiz olmuştu. Kendisi daha sonra bana teklif yaptı ben de Suud karate federasyonu ile anlaşmazlıklarım yüzünden kabul ettim. Anlaşmazlık derken açıklayayım:

Ben federasyondan sürekli milli sporcu takviyesi talebinde bulunuyordum ancak olumlu cevap almama rağmen istediğim sporcu sayısına ulaşamıyordum. Bende otelde istirahat ederek bu işlerin olamayacağını belirterek istifa talebinde bulunmuştum. Fakat bu talebimde kabul edilmedi. Yani bir milli takım antrenörü ilk kez dolarla maaş alıp 5 yıldızlı bir otelde neden oturup keyfine bakmaz da çalışmak ister buna bir anlam veremiyorlardı. Çünkü benden önce tüm eğitmenler tersini yapıyorlardı. İşte bütün sorun buydu.

S/22. Yurt dışında görev yapan bir insan Türkiye adını duyduğunda açıkça burnun direği sızlar, ben bunu uzun yıllar yaşadım, şimdi size sormak istiyorum, ülkenizden uzakta bir başınıza kazdığınız mevzilerde mücadele ederken en çok neyin eksikliğini duyuyor, en çok neyi özlüyordunuz..?

C/22. Ben çok kolay adapte olabilen profesyonel bir yapıya sahibim galiba. Daha gittiğim gün ilk antrenmana koşan ve hemen milli sporcuları tanımaya ve anlamaya gayret eden bir eğitimciyim. Türkiye de neysem nasıl bir sistem üzerine çalışıyorsam hemen onu uygulamaya gayret ediyorum. Ancak tek fark var o da karşımda TÜRK gençleri yok. Ben Türk gençlerindeki azmi ve fedakarlığı hiçbir ülkede görmedim. Ne Suudi nede Ürdün milli sporcuları Türk milli sporcularında ki özelliklere sahip değiller. Ben burada detaylarıyla anlatmaya kalksam saatler sürer. Ancak bir seminer ve konferans düzenlenirse detaylarıyla açıklayabilirim.

S/23. Artık ükemiz de akademik alt yapısı olan pırıl pırıl gençler yetişiyor. Türk Karatesi varlıklarına güven duyduğum Akademisyen senseilere sahip, tabi böyle olunca bundan sonra yurt dışından Türk Karate antrenörlerine daha çok talep olacaktır diye düşünüyorum, ama yurt dışında görev yapmak çok ayrı bir tecrübe, bilgi ve birikim gerektiriyor, sizin gençlerimize bu alanda önerileriniz neler olabilir.

C/23. Size katılıyorum. Biz buna hazırız ancak ben, sen ve Levent hoca gibi bu konuda tecrübesi olanlardan bilgi ve tecrübe aktarımı olmazsa çok sıkıntılı hatta başarısız dönemler yaşayabilirler. Ben buradan akademisyen Karate hocalarımıza sesleniyorum gelin bizlerle irtibata geçin hatta bunu doktora konusu yapın olayı akademiye taşıyın. Ben 3 ülkede milli takım antrenörlüğü ve teknik direktörlük yapmış 20 yıllık uluslar arası tecrübesi olan eğitmenim, gelin hiçbir ücret karşılığı olmadan bu bilgileri benden alın. Ayrıca Levent hoca, Hasan hoca, Savaş hoca, Kasım hoca ve diğer eğitmenlerimiz var. Eğer bizden sonra gidecek olanlar bizim karşılaştığımız sorunları yaşamazlarsa daha başarılı olabilirler.

S/24. Sensei sizinle röportaj yapmak benim için gerçekten bir zevkti, eğer başkaca eklemek istediğiniz bir şey yoksa ilginize teşekkür etmek istiyorum…

C/24. Bende size çok teşekkür ederim bu imkanı hazırladığınız için. Ben bu sütundan bir uyarı daha yapmak istiyorum. Türk karatesinin dünü bugünü ve yarını hep vardı ve hep olacaktır. Başkalarının emeği üzerine kurulan düzenler mutlaka çöker ancak siz de emek verir temeli bozmadan bir düzen oluşturursanız sizden sonrakilere sağlam bir düzen bırakırsınız. Bunun içinde en önemli şeyin de çok iyi eğitim ve özverinin olduğu unutulmamalıdır. Bugün eğitimciler kendilerini geliştirmek için neler yaptıklarına bir baksınlar ve kaç seminer ve kursa katıldıklarını tespit etsinler. Eğitimcinin tek bilgi kaynağı vardır oda katıldığı kurs ve seminerlerdir GERİSİ BOŞTUR.

HERKESE SELAMLAR SEVGİLER.

OSS SENSEİ

OSS

 

Röportaj : S.Hasan OKUŞ

Editör: Fatih Mehmet DOĞAN

Continue Reading

Trending