RÖPORTAJLAR
Sn. Dr. Alev ORAL
Hasan OKUŞ: Sensei oss… Öncelikle Türk Karate DO ailesi adına anavatana hoş geldiniz diyorum. Tabii ki röportajımız için bize zaman ayırmış olmanızdan ötürü de teşekkür ederek söze başlamak istiyorum.
Sensei Dr. Alev ORAL: Hoş bulduk, ben de sizlere teşekkür ediyorum, burada sizin aracılığınızla camiamızla bir araya gelmek güzel bir duygu.
Hasan OKUŞ: Sensei sizinle tarihin derslerle dolu koridorlarında bir gezinti yapacağız, bundan kesinlikle nostaljik bir söyleşi yapacağımız anlaşılmamalı, burada sizin Karate DO yaşamınıza ait anılarınızdan yola çıkarak tarihe tanıklık eden yanınızı açığa çıkartmak, ulusal ve uluslararası tecrübelerinizi bir şekilde röportajımıza konu ederek Türk Karate DO’su adına bir yarar elde etmek amacındayım. İlk sorum şu, Karate DO yaşamınızdan önce başka aktivasyonlar var mı? Karate DO çalışmalarına nerede ve ne zaman başladınız?
Sensei Dr. Alev ORAL: 1966 yılında Judo ile çıktım yola, sonra iki yıl aletli jimnastik var, 1971 yılı sonlarına geldiğimizde İstanbul / Sultanahmet’te bulunan Amerikan dershanesinde Hakki KOŞAR Senseinin yanın da Karate DO yaşantım başladı.
Hasan OKUŞ: Sensei 1966 Judo diye başladınız söze, bu Türk Budo’sunun 42 yıllık tarihi demek. Karate açısından da neredeyse 40 yıla varan bir geçmişten söz ediyorsunuz, bu bir ömür anlamına geliyor, Bushido sanatlarına vakfedilmiş saygıyı hak eden bir ömür! Size burada ki sorum o yılların Karatesiyle ilgili olacak, yani o dönemde bir antrenmanda neler yapılırdı, kulüpler, dojolar, İstanbul ve Anadolu da Karatenin yaygınlığı, Karate denilince kamuoyundaki algı neydi? Biraz soru içinde soru oldu galiba ama siz şimdi çok genel olarak bir yerden başlayın, ben yeri geldikçe bu soruları açmanızı isteyeceğim.
Sensei Dr.Alev ORAL: Amerikan Dershanesi şimdi ne amaçla kullanılıyor bilmiyorum ama 1970’li yıllarda pek çok sporseverin çeşitli aktivitelerine hizmet etmekte idi. Haftada 2 gün Sensei Hakkı KOŞAR’ ın derslerine katılmaya 1971 yılı sonunda başladım. Yüksek tavanlı çok büyük bir spor salonu idi. Dersleri bizzat Senseinin kendisi veriyordu. Çok kalabalıktık, ama müthiş bir çalışma temposu vardı. Hemen her derste Dojo Kumitesi yapılırdı. Zamanın ünlü Sempaileri Kazım AKTAN, Ramazan SELEK ve Bülent BAKKALOĞLU da Senseiye derslerde asistanlık yapmakta idiler. Kısa bir müddet sonra çalışmaların daha verimli olduğunu düşündüğüm Osmanbey Dojosuna geçtim. O sıralarda Sensei bir gurup öğrencisi ile bir Avrupa turu planlamakta idi. Tura bende katılmak istedim ve tabii reddedildim. Ama daha sonra kendilerine çevirmenlik yapma teklifim kabul edildi. Böylece benim Karate yaşantımın miladı başlamış oldu.
Hasan OKUŞ: Sensei, Türk Karate tarihinden bahsedilecekse bu yurtdışı turnelerinin anlam ve içeriği çok iyi anlaşılmalı diye düşünüyorum. Bu başta içersinde bulunduğunuz bu Avrupa turnesini biraz açar mısınız?
Sensei Dr. Alev ORAL: Bence bugün de geçerli olmak üzere dünyanın en cesur 5 karatecisi ile önce İngiltere’ye doğru Chevrolet marka bir taksi ile yola çıktık. Kafilede Sensei Hakkı KOŞAR, Kazım AKTAN, Uğur KESİM, Ramazan SELEK ve Mitat OKAY, sempailerin yanında ben, Meltem KOŞAR ve Trabzonlu şoförümüz vardı. Çok zor ama zevkli geçen bir yolculuk sonrası Londra’ya vardık. Hiç vakit kaybetmeden Enoeda Senseinin kulübüne gittik. Tomita Senseiye maç yapmak için geldiğimizi söyleyince gözleri fal taşı gibi açıldı. Bizim bu cesaretimiz herhalde daha önce hiç görülmemişti. 3000 km yol gel ve dünyanın en ünlü hocasının kulübüne maç teklif et, olacak şey değil.
Hasan OKUŞ: Kullanılan aracın şoförü ile beraber salon tipi bir araçla 8 kişinin 6 gümrük vizesiyle 3000 kilometre yol alması deve sırtında Hacca gitmek gibi bir şey olmalı. Peki, Tomita sensei karşılaşma teklifinizi bir meydan okuma gibi algılamadı herhalde?
Sensei Dr. Alev ORAL: Yok öyle bir algılama olmadı, bir kötü niyet söz konusu değildi. Bütün bu maddi ve manevi fedakârlıklarda amaç Karate bilgisinin arttırılması, Türk Karatesinin dünya Karatesi ile entegrasyonu idi. Aynı gün akşam seansında birlikte çalışmak ve maç yapmak için davet edildik. İngiliz milli takımında da yer alan sporculardan oluşan bir takım ile (en ünlüsü Dave HAZARD idi) ikişer defa maç yapıldı. Çok mutlu ve özgüven kazanmış bir biçimde Dojo dan ayrıldık. Ertesi gün Wado Ryu ekolünün ünlü hocası Tatsuo SUZUKİ senseinin kulübüne gittik.Onlara da aynı teklifi ilettik, bizi akşam seansına davet ettiler ve bu kez İngiliz Karateciler yerine kulübün iki Japon hocası (İkiside 5.Dan) bizim takım elemanları ile dövüştüler.
Hasan OKUŞ: Daha sonraki yıllarda sensei Dave HAZARD’ı özel bir seminer için İstanbul’a getirdiğinizi ve çok yararlı çalışmalar yapıldığını hatırlıyorum. Yani bu turne bir anlam da sonraki yıllara da sarkan verimli bir ilişkinin başlangıcı olmuş. Peki Enoeda, omita ve Tatsuo SUZUKI sensei ile geliştirdiğiniz bu yararlı çalışmalardan sonra Türkiye ye mi döndünüz?
Sensei Dr. Alev ORAL: Ertesi gün Fransa’ya yollandık ve Paris’te Sensei T.KASE’nin dojosuna gittik. Hakkı KOŞAR senseiyi tanıması nedeni ile bize dojosunu açtı ve bir ay misafir etti. Benim haricimde tüm takım bir ay boyunca hemen her gün üst düzey Fransız sporcularla antrenman yaptılar. Ben ise her dersi büyük bir dikkatle izledim. Öyle ki Tai Sabaki çalışmaları bugün bile gözümün önünde. Bir ay sonra Türkiye’ye döndüğümüzde Bassa Dai ve Empi Katalarını şeklen çizebiliyordum. Bu seyahat Türk Karatesine büyük bir ivme kazandırdı ve Batı ile arasındaki farkı azalttı.
Hasan OKUŞ: Sensei bakın bugün Japonya’da yapılan dünya Karate şampiyonası (Kasım 2008) Büyük erkekler takım kumite şampiyonasında ülke olarak Karate geçmişi bizden çok daha eski olan İngiltere, Fransa, İspanya, Almanya gibi ülkeleri geride bırakarak kürsüye cıktık. Çok gurur verici bir tabloydu. Bu tablonun oluşumu bana göre 1970 yılında Avrupa’ya acılan dünyanın en cesur beş Karatecisi olarak tanımladığınız insanların başlattığı o ilk adımlar üzerine kurulu. Arkanızda bir devlet desteği yok, kendi maddi olanaklarınızla 8 kişiyi bir araca dolduruyor ve Türk Karatesini dünyaya açmak adına can siparane Avrupa ya kamp kuruyorsunuz. Kesinlikle ve ancak çılgın Türklerin yapabileceği bir şey bu. Yine sorularımıza devam edecek olursak, turnenin İngiltere’den sonra Fransa ayağını da tamamladınız ve ülkeye döndünüz bu kuskusuz büyük bir deneyim. Ne gördünüz orada, ayakları üzerine kalkmaya çalışan Türk Karatesi ile İngiltere’de, Fransa’da gördüğünüz Karate arasında ne gibi farklılıklar vardı? Teknik ve ruhsal anlamda Karate DO yu algılama ve pratiğe dökmek anlamında bizden ne kadar ilerideydiler?
Sensei Dr. Alev ORAL: Dünya ile aramızda ne fark gördüm? Ben o zamanki bilgi düzeyim ile bu soruya sağlıklı bir cevap veremezdim. Ama bugün cevabım ‘Detay’ olurdu. Karatede detayın önemini insan ancak yıllar süren çalışmalar sonucu kavrayabiliyor. Ben bugünkü Karate ile karsılaştırma yaptığımda 1970’li yılların karatesini daha iyi görüyorum. Maalesef detaylar bugün daha da az önemseniyor. Söyleşimizin devamında görüleceği gibi müthiş bir öğrenme açlığı vardı. Bir avuç insan çeşitli fedakârlıklar yaparak daha çok öğrenmek için dünyanın her tarafına gittiler ve bugünlerin temelini attılar. Neyse bu seyahat bizlere dünyanın çok küçük olduğunu gösterdi. Sensei Hakkı KOŞAR kişisel dostluklarına bizi de ortak etti.
Hasan OKUŞ: Anlıyorum Sensei, yıllarca Karatenin olimpiyat takvimine alınmasının en önemli destekleyicileri arasında ben de bulundum ama sonra fark ettim ki Karatenin ruhunu çalan bir anlayışın tam orta yerindeyim. Şimdi isterseniz karşılıklı olarak bu çok önemli bulduğumuz konuya röportajımızın ilerleyen bölümlerin de odaklanalım ve sohbetimize kaldığımız yerden devam edelim. Evet, bence Sensei Hakkı KOŞAR’ın Türk Karate DO tarihine gecen en kalıcı yani etrafına topladığı bir avuç çılgın Türk e başkomutanlık yaparak Türk Karatesini daha o yıllarda Avrupa’ya ve tabii ki dünyaya açma çabalarıdır. Biraz önce siz bu çabanın bir giriş olarak İngiltere ve Fransa ayağından kısaca söz ettiniz ama ben biliyorum ki bizim ülke olarak o yıllarda Yugoslav Karatesiyle de çok ciddi ilişkilerimiz vardı.
Sensei Dr. Alev ORAL: O yıllarda Yugoslav Karatesi T.KASE Senseinin liderliğinde faaliyet göstermekte idi ve Baş antrenörü Koşar Senseinin çok yakın arkadaşı olan Dr.İ JORGA Kase Senseinin Yugoslavya da verdiği her seminere Konaklama masraflarımızı karşılayarak Sensei Koşarı ve bir gurup Karateciyi davet ederdi. Bu vesile ile gerek ben gerekse arkadaşlarım birçok seminer ve maç organizasyonuna katıldık. Dünya karatesinin ünlü isimleri Daçiç ve Bozoviç ile de birlikte çalışmak imkânı bulduk.
Hasan OKUŞ: Peki İngiltere Fransa ve Yugoslavya’da yapılan kurslarla birlikte yine oralarda organize edilen turnuvalara da katılım sağladığımızdan bahsediyorsunuz bu arada ülkemizde karşılaşmalar düzenleniyor muydu? Ayrıca sizler gurubunuzdan bağımsız olarak kişisel imkânlarınızla farklı ülkelerde organize edilen kurslara ya da bu tarz turnuvalara gidiyor muydunuz?
Sensei Dr. Alev ORAL: Tabii yurt içinde de diğer guruplarla ilişkiler kurarak çeşitli müsabakalar yapmakta idik. Ama o günün şartlarında daha çok KOŞAR Senseinin dojolarında çalışan öğrencileri arasında maçlar yapardık. Bu maçlarda Shobu İppon kuralları tavizsiz uygulanırdı. Neredeyse temas serbestti ve vuran değil blok alamayan suçlanırdı. Bu arada İtalya’ya da birkaç kez maç için gittik. Bütün bunlar olurken bizler henüz turuncu ile kahverengi kuşak seviyesinde idik. Herkes kişisel çabaları ile bir şeyler yapmaya çalışırdı. Örneğin Sensei Rıfat EGEMEN ve ben yılda iki üç kez İtalya’ya giderdik. Düşünün öğrenciyiz ve paramız son derece kısıtlı. Öyle iken sadece peynir ekmek ve çeşme suyu ile karnımızı doyurur ve bir öğrenci yurdunda kalarak bir ay boyunca öğlen Sirai Sensei, akşamları da Kapuana Sensei ile antrenman yapardık. Tek bir DO-Gİ’miz olduğu için de akşam seansında ıslak DO-Gİ büyük bir eziyet olur, bir türlü ısınamazdık. Seyahatlerimizi 3 gün süren tren yolu ile yapardık. Bu arada çabalarımızın karşılığı da yavaş yavaş görülmekte idi. Örneğin İngiltere’deki bir Avrupa şampiyonasında turuncu kuşaklı Sensei Hakan ALPAY ashi barai-tusuki kombinasyonu ile en çok ippon alan kişi seçildi. Bu arada Sensei KOŞAR’ın yaptığı imtihana girerek SHO-DAN oldum.
Hasan OKUŞ: Sensei daha sonra ki yıllarda siz İngiltere’ye yerleştiniz ve orada bulunduğunuz sürece Karate DO eğitiminizi Keinosuke ENEOEDA senseinin yanında devam ettirdiniz. O süreçte neler oldu?
Sensei Dr. Alev ORAL: 1976 yılında Üniversiteyi bitirdim ve 16 Eylül Tarihinde evlendim. İki ay sonrada eşimle birlikte İngiltere’ye gittik. Londra’da South Kensington semtine yerleştik. Hemen iş ve dil okulu arkasından ver elini Sensei ENEODA’nın ünlü dojosu. İngiltere’de toplam üç yıl kaldık. Bu arada sevgili oğlum MERT dünyaya geldi. Ben bir barda barmenlik yaparak Karate çalışmalarını hiç aksatmadan sürdürdüm. Altı ay sonra İngiltere Şampiyonasına katılan kulüp takımına seçildim ve bu büyük müsabakaya katıldım.
Hasan OKUŞ: İngiltere geleneksel Shotokan Karate DO sanatının Japonya dışında en çok geliştiği bir ülke olarak bilinir orada kendinizi kabul ettirmeniz ENEODA gibi bir ekol önderinin dojosunda çalışma imkânı bulmanız harika bir şey olmalı ama verdiğiniz mücadele göz önüne alındığın da bunu hak ettiğiniz kesin. Peki, sensei geride İstanbul da bıraktığınız Karate DO dostlarınızla tekrar ilk temasınız ne zaman gerçekleşti?
Sensei Dr. Alev ORAL: Sensei KOŞAR yönetiminde bir grup arkadaşım Mayıs 1977 CHRISTAL PALACE uluslararası kursuna katılmak için İngiltere’ye geldiler. Bu kurs JKA hocalarının katılımı ile her yıl Mayıs ve Ekim aylarında düzenlenirdi. Başta Nakayama, Kase, Enoeda, Shirai, Ochi senseiler olmak üzere JKA Hombu Dojo’dan 2 tane faal müsabık Sensei gelirdi. Bunlarda genelde Yahara ve Osaka Senseiler olurlardı. Dünyanın her tarafından katılım olur ve kurs sonunda JKA dan sınavları yapılırdı. İşte ben ve arkadaşlarım (Serdar SITAÇ, Atilla ÇELİKTÜRK, Hakan ALPAY, Bülent BAKKALOĞLU, Rıfat EGEMEN) JKA Shodanlarımızı Mayıs 1977 semineri sonrası aldık. Kafilemiz İtalya üzerinden Türkiye’ye döndü, ben de kendi yaşantıma. Daha önceki yıllarda Sensei H. KOŞAR bu kursa birkaç kez katılmış idi. Sonraki yıllarda ise bizler hemen her yıl bir veya iki kez katıldık. Dedim ya Sensei KOŞAR bize bütün yolları açtı.
Hasan OKUŞ: ENEODA sensei derslere hep kendisi mi girer di ve siz İngiltere’de bulunduğunuz sürece hep aynı dojoda mı kaldınız?
Sensei Dr. Alev ORAL: Dojoda antrenmanlar zaman zaman Eneoda sensei girerdi ama ağırlıklı olarak dersler Kawazoe ve Tomita Senseiler tarafından yönetiliyordu. Hemen her antrenmana farklı şehirlerden birkaç İngiliz milli sporcusu katılıyordu. Dojo ile evimin arası çok uzak olmakla beraber antrenmanları bir gün bile aksatmadım. Yaklaşık bir yıl sonra Kawazoe Sensei bizim semtte bir Dojo açtı. Ben yeni dojoya haftada iki gün gitmeye başladım. Henüz yeni olan Dojo da tek siyak kuşak bendim (toplam 7 kişi idik) ve her antrenmanda Sensei benimle çalışırdı. Düşünün Dünyanın en teknik Karatecilerinden biri ile bire bir antrenman yapıyordum. Ve günün birinde Karate yaşantımdaki bir başka ışık doğdu. Dawe HAZARD sensei 1 yıl kaldığı Japonya’dan JKA Instructor Class eğitimini tamamlayarak İngiltere’ye döndü. Enoeda Sensei ile araları açık olduğu içinde Kawazoe senseinin Dojosunda bizimle birlikte çalışmaya başladı. Dave Hazard Anlatılmaz görmek gerek. Ama şunu söylemek gerek müthiş bir Karate-Ka olmasının yanında mükemmel bir dost idi. Benim Karate hakkındaki her sorumu hiç usanmadan saatlerce anlatır ve benim üzerimde uygulamalı olarak gösterdi.
Hasan OKUŞ: Sensei, İngiliz Shotokan Karate ekolünü ben bu anlam da çok önemsiyorum, daha1960’lar ve dünyanın en saygın Japon üstatları Londra’yı merkez tutmuş sonra yetiştirdikleri üst düzey İngiliz Karate-Ka ların JKA merkezinde eğitim almalarına fırsat yaratmıştılar. Biz ülke olarak onlara bakarak çok geç yola cıktık, siz orada ilk kez bu insanlarla uzunca bir süre ikili çalışmalar yapma sansı buldunuz, daha sonra 1980’li yıllarda Sensei Hakan ALPAY sanırım 4 ay Japonya JKA Hombu Dojo’da özel bir bursla kaldı. Tekrar o günlere dönersek, o yıllarda biz de ülke olarak Enoeda , Kawazoe, Tomita, Ochi, Tanaka gibi bir senseiyi getirsek ve onların ülkemizde uzun yıllar baş antrenör olarak kalmalarını sağlasaydık nasıl bir tablo ortaya çıkardı?
Sensei Dr. Alev ORAL: Bence bu Sensei KOŞAR’a haksızlık olurdu. Onun yerine Senseinin kişisel fedakârlıkları değerlendirilip, finansal imkân sağlanmalı ve JKA Instructor Class’a gönderilmeli idi. Zira Japon hocalar finansal imkânların elverişli olduğu ülkelere yerleşiyorlar. Hizmetlerinin karşılığını da talep ediyorlar. Size basit bir örnek vereyim: bugün İngiltere’de KUGB ile JKA ayrı faaliyet gösteriyorlar. JKA İngiltere’nin baş antrenörü Ohta Sensei. Kendilerine bağlı hiçbir dojoya KYU imtihanı yapma yetkisi vermiyorlar. Dojolar gün bildiriyor ve imtihanı bizzat Sensei OHTA yapıyor. Her öğrenci için £8 para alıyor. Ayrıca kimlik belgeleri de JKA İngiltere tarafından veriliyor. Ayrıca Dan imtihanlarında da £200 kadar imtihan parası talep ediliyor. Ayrıca bu imtihan öncesi yapılan yukarıda bahsettiğim uluslararası paralı kursa katılmak gerekiyor. Sorunuzun cevabına gelince: bugün ülkemizde o günün Japon hocalarının bilgi düzeyine sahip az da olsa birkaç antrenör var ama onlardan yararlanmak kimsenin aklına gelmiyor maalesef. Dolayısı ile Japon hocanın sonu da bizden farklı olmazdı herhalde. İngiltere’de JKA 4 dan bir kardeşimiz var, Sensei Celal AKGÜN. Bildiğim kadarı ile 3 yada 4 kez 5 dan sınavına girdi ve kazanamadı, her seferinde de £500 civarında parası gitti. Ama O ve onun gibiler büyük bir olgunluk ile daha çok çalışmamız gerek dediler. Bizde ise 15 yıl önce yapılan bir sınavda başarısız olup Sensei Hakan ALPAY’ı suçlayanlar var.
Hasan OKUŞ: Sensei sizi çok iyi anladığımı sanıyorum, bir kere önce şunları açık yüreklilikle söylemeliyim Sensei Hakkı KOSAR’ın o süreçte ortaya koyduğu çaba tabii ki her türlu saygıyı ve desteği hak ediyor, dedik ya o çılgın Türklerin komutanı. Sonra bugün hakikaten üzülerek ifade ediyorum her nedense kendilerinden yararlanılmayan birbirinden kıymetli senseilerimiz var, yılların birikimini ifade eden o insanları görmezden gelmenin kime ne yararı olur onu da anlayamıyorum. İngiltere’nin kendine özel Karate yapılanmasına gelince, siz çok güzel ifade etmişsiniz zaten, biz de röportajlarımızda ülke federasyonlarının nasıl bir kurumsal kimliğe sahip olduğunu konuklarımızla bir şekilde konuşarak anlamaya çalışıyoruz, bizde bu konunun hala netleşmediği, daha çok tartışılması gerektiğini düşünüyoruz. Benim sorum şu, acaba imkânlar el verse o günün şartlarında bizim de tıpkı İtalya, Belçika, Fransa, İngiltere gibi JKA’dan gelen bir senseimiz olsa ortaya nasıl bir enerji çıkardı. Mesela Karate neredeyse 10 yıllardır İstanbul un tekelinde, çok cok ta Marmara’ya hapsolmuş durumda, bu duruma pozitif bir etki sağlanmış olabilirimiydi? Mesela geleneksel Karate sanatının olmazsa olmazları Ko Kyu, Hara, Zanshin, Ki artık günümüzde tamamen unutuldu ama yani bu kültür daha koklu bir şekilde Türk Karatesinin içersine siner miydi? O zaman Türk Karate DO ekolu geleneksel anlam da daha koklu bir anlam ifade ediyor olabilir miydi?
Sensei Dr. Alev ORAL: Yine aynı noktaya gelip tıkanıyoruz. Karatenin İstanbul un tekelinde olmasının sebebini iyi tahlil etmek lazım. Arz edilen bir malın (burada söz konusu olan bilgi) talebinin de olması gerekir ki ortaya marjinal bir fayda çıksın. Diğer bölgelerden böyle bir talep gelmeyince bilgiyi sunan Japon olmuş ya da olmamış ne fark eder. Ben iddia ediyorum ülkemizde Shotokan Karatede en az Japonlar kadar bilgi sahibi olan hocalar mevcut. Ama ortada onların bilgisine bir talep yok. Federasyon senede bir kez eğitim semineri düzenliyor, bunun dışında başka bir faaliyet yok. Karate antrenörleri, verilen kursun sonunda bir menfaat beklentisi içindeler. Günümüz karatesi özellikle de hakem kuralları sürekli revize ediliyor. Yapılan bu değişikliklerin antrenörlere anlatılması ve öğretilmesi gerekir. Aksi takdirde bir standardizasyon sağlamak mümkün olmaz. Gelişmelerden haberi olmayanlar, tıpkı körün fili tarif ettiği gibi karateye yorum getirir. Hâlbuki Federasyonun yanında Bölge Ajanlarının ve hatta Kulüplerinde bu tür eğitim faaliyetlerine önem vermeleri gerekir. Aksi takdirde sürekli kendini yenileyen İstanbul Karatesi tüm diğer bölgeleri domine etmeye devam eder. Şunu unutmamak gerekir, her yönetici bilgili kişilerden yararlanmak ister. Federasyon bana ne verebilir yerine ben federasyona ve dolayısı ile Türk Karatesine ne verebilirim diye düşünmek gerekir. Federasyon kurullarında görev almayanlar küskünlük içindeler. Hâlbuki Karateye, dolayısı ile de kendine hizmetin başka yolları da var.
Hasan OKUŞ: Sensei Türkiye çok büyük bir coğrafya ve bu coğrafyanın ne kadarında gerçek manada Karate çalışmaları yapılıyor. Bu devasa enerjinin ne kadarında yararlanıla biliniyor. Türk Karatesinin taşında toprağında emeği olan sizlerin bu konuda ki tespitleri çok önemli, o anlamda sizi hazır bulmuşken bu fırsatı değerlendirmek, düşüncelerinizi açığa çıkartmak, yeni ve uygulanabilir fikirlere ulaşmak mümkün müdür diye bakıyorum. Hatta söyleşimizin ilerleyen kısımlarında Britanya Karatesi ile ilgili gözlemlerinizi biraz daha ayrıntılamanızı da isteyeceğim ama şimdi tekrar o yıllara dönelim. Londra’da geçirdiğiniz yılların ardından tekrar ülkeye dönmeye nasıl karar verdiniz, İstanbul’a geldiğinizde yaptığınız ilk is ne oldu, ENOEDA ve KAZE senseilerin İstanbul kursları da sizin bu dönüş surecinize denk geliyor o ayrıntıları biraz açabilir miyiz.
Sensei Dr. Alev ORAL: 1979 yılında Türkiye’de iken Amerika’da Gren Card için yaptığımız başvuruya olumlu yanıt geldi. Ama vatan hasreti daha ağır bastığı için aynı yıl yurda dönmeye karar verdik. Tabii hemen eski arkadaşlarımla buluştum ve kaldığımız yerden devam. Sensei Hakan ALPAY o dönem Şişli Spor Kulübünü çalıştırıyordu. Biz bütün arkadaşlar haftada iki gün Ş.S. Kulübünde toplanım birlikte çalışıyorduk. Benim aklımda hep Enoeda Senseiyi Türkiye’ye davet etmek vardı. Bu fikrimi arkadaşlarım ile Sensei KOŞAR’la paylaştım. Ortak bir çaba ile Sensei Türkiye’ye geldi, 2 günlük çok geniş katılımlı bir seminer verdi. Seminerin sonunda JKA dan sınavı yaptı. Birçok arkadaşımız başarılı oldular, bu arada bizlerde 2. dan seviyesine yükseldik. Bu yıllar Türk Karatesinin kendisini yavaş yavaş Avrupa’ya tanıttığı yıllar oldu. Hemen arkasından 1980 yılı içinde Sensei KOŞAR, Kaze Senseiyi davet etti. Bu arada Kara kuşak dergisi de bir Türkiye Şampiyonası düzenledi. Türkiye’deki bütün stillerin katıldığı bir şampiyona oldu. Başhakemliğini Kaze Sensei yaptı ve de finallerden önce KSKC (Koşar Shotokan Karate Center) sporcuları ile müthiş bir gösteri yaptı. Ferdi Kumite nedense yapılmadı. Bunun dışında Ferdi Katada ben birinci oldum. Takım Katada Alev ORAL, Rıfat EGEMEN ve rahmetli Yavuz KUTLU’dan oluşan KSKC Kata takımı birinci olduk. Takım Kumite finalini Kaze Sensei orta hakem olarak yönetti. Finalde KSKC takımı ile Doğan KILIÇ spor okulu karşılaştı ve biz birinci olduk. Bu müsabaka Türk Karatesinde ilklere imza atan üç senseinin (Sensei Hakkı KOŞAR, Sensei Ahmet DOĞANER ve Sensei Ferhat ÖZSERT) ortak çabaları ve özverileri ile başarı ile sonuçlandı. Belki de bugünkü farklı sistemler arası birlikteliğin başlangıcı oldu.
Hasan OKUŞ: Sensei yanlış hatırlamıyorsam tabii sizin de hatıralarınızdan silinmediyse bahsettiğiniz bu müsabakadan çok önce Cumhuriyet gazetesi spor servisi şefi Sayın Abdulkadir YÜCELMAN’ ın organize ettiği bir turnuva yapılmıştı, o organizasyonu anımsayabiliyor musunuz? Bu belki burada nostaljik bir ayrıntı gibi durabilir ama yine de Türk Karate tarihi açısından değerli bir ayrıntıdır diye düşünüyorum. 1980 yılında organize edilen turnuvaya gelince hiç kuskusuz kapsam ve nitelik bakımından Türkiye Karate Federasyonunun oluşumuna gidilen yolda önemli de bir sınavdı. Şimdi buradan yola çıkarak Türk Karatesinin bir federasyon çatısı altında toplanmasıyla ilgili çabaların gerçekleşmeye dönüştüğü o süreci açabilir miyiz.
Sensei Dr.Alev ORAL: O turnuvayı çok iyi hatırlıyorum. Yanlış hatırlamıyorsam 1972 senesinde yapıldı. Sensei Serdar SITAÇ (yeşil kuşak) ve Sensei Hakan ALPAY (turuncu kuşak) tüm siyah ve kahverengi kuşaklı rakiplerini yenip finali oynadılar. Tarihleri tam olarak hatırlamıyorum ama 1980 sonrası Rahmetli Cihat USKAN başkanlığında ilk Karate Federasyonu kuruldu. Cihat USKAN camia dışından olması ve otoriter yapısı ile o güne kadar aynı masa etrafında birleşmeleri mümkün olmayan senseileri bir araya getirmeyi başardı. Camiada herkes bu yeni oluşuma dört elle sarıldı. Birliktelik bilgi paylaşımını da beraberinde getirdi. Sıklıkla eğitim seminerleri düzenlendi, Federasyon kurullarında görev alan bizlerde eğitici olarak bu seminerlerde görev aldık. Böylece hocalarımız dışında bizlerle aynı kuşak seviyesinde olan ama o güne kadar bir araya gelemediğimiz diğer ekol veya okulların sporcuları ile çalışma fırsatı bulduk. Bunlar arasından Mustafa OĞUZ isimli arkadaşımızı hala hatırlarım.
Hasan OKUŞ: Federasyonumuzun kuruluşu ile değişik stillerin aynı anda aynı platformu paylaşmaları gibi bir yakınlık ortaya cıktı. Bunun ilk örneği İGSM Beylerbeyi tesislerinde TKF’nin ilk resmi hakem ve antrenör kursunda görüldü, orada IAKF kurallarıyla hakemlik kursunu Sn. Ugur KESİM, kondisyon ve sporcu sağlığı ile ilgili bilgileri Sn. Namık EKİN vermişti. Sn. Hakan ALPAY, Sn. Atilla CELİKTÜRK ve siz Shotokan Karate ekolüne kurs hocalığı yapmıştınız, rahmetli Sn. Ahmet DOĞANER kendi programıyla yine oradaydı, Sn. Ferhat ÖZSERT Kyakushnkai, Sn. Enver HANCI da Kempo Karate çalışmaları yaptırmıştı. Hatta bir ayrıntı, sonraki yıllarda iki dönem Federasyon başkanlığımızı yapan Sn. Aybars KILIÇHAN’ da o süreçte Federasyonumuzun Genel Sekreteriydi. Evet, o süreçte gerçekten heyecanla yola çıkılmış ve herkes bir şeyler yapma enerjisiyle doluydu. Şimdi benim sizden ricam TKF’ nin kurulması ile ortaya çıkan o enerjiyi o sureci biraz daha açar mısınız. Tabii bu arada biraz da sizin özel dojo çalışmalarınıza değinmenizi de bekliyorum.
Sensei Dr. Alev ORAL: Bizlerin verdiği seminerlerin dışında yurtdışından da ünlü senseiler gelmeye devam ediyorlardı. Enoeda sensei yanılmıyorsam bir kere daha geldi. Federasyonumuz JKA’dan antrenörler getirtti ve çok geniş katılımlı seminerler düzenlendi. Bu arada Almanya’da yaşayan Sensei Ahmet SÖNMEZ Federasyonumuza büyük katkılar sağladı. Onun aracılığı ile Almanya’dan uluslararası hakem hocaları ülkemize geldiler. Böylece hakemlik konusunda da önemli adımlar atıldı. Bu arada ben Fındıkzade semtinde Kadir Yüceler Spor Okulunda Antrenörlüğe başladım. İleride Türk Karatesi’ne damgasını vuracak çok önemli isimlerle bu dojoda çalıştık. Rahmetli Hamit ŞAHİN, Mehmet AYGÜN, Rıdvan GÜMÜŞ, Mevlüt YILMAZ, Yusuf ÖZENTÜRK, Rıdvan KAYA, Nusret KAYA, Cemal NEKUFER bu isimlerden bazılarıdır. Bu arada Rıfat EGEMEN ve Hakan ALPAY Senseilerin Dojolarında Sait UÇAN, Erkan TAŞBAŞI ve İbrahim DİLER, Atilla ÇELİK Senseinın dojosunda ise Recep ONAT, Ahmet ÇAKIR, Mustafa AKÇAY gibi isimler gümbür gümbür gelmekte idiler. Ayrıca Sensei Ali KOCA’ nın dojosunda da birçok kaliteli öğrenci yetişiyordu Aytekin SOYKAN, Esat DELİHASAN ve Mehmet. Tabiî ki Sensei Doğan KILIC’ ı da unutmamak lazım. Karatemizin gururu sporcularımızdan Bahattin KANDAZ’ ı da o yetiştirmiştir. Bütün bunların dışında ve üstünde hepimizin yetiştiği yuva KOŞAR SHOTOKAN KARATE MERKEZİ de yine tüm hızıyla ve yılmadan yeni yıldızlar yetiştirmeye devam etmekte idi.
Hasan OKUŞ: Tabiri caizse Shian Hakkı KOSAR’ın aşıladığı fidanlar tuttu ve meyve alma süreci başladı. Modada Sensei Hakkı KOŞAR, Fındıkzadede siz, Üsküdar ve Beşiktaş ta Sn. Atilla CELİKTÜRK, Şişli ve Aksaray da Sn. Hakan ALPAY ve Sn. Rıfat EGEMEN, Bakırköy ve Kumkapıda Sn. Ali KOCA, Mecidiyeköy de Sn. Doğan KILIÇ’ ın dojolarında bugünün Karatesine yon veren birbirinden değerli isimler yetiştirildi. Geriye doğru baktığınızda emeklerinizi ayakta görmek sizler için bir kıvanç kaynağı olmalı. Sensei, bir de sizin müsabıklık yaşamınız var, şimdi bu güzel söyleşinin içersinde orası çok gölgede kaldı.
Sensei Dr. Alev ORAL: Federasyon her yıl Türkiye şampiyonaları düzenliyordu. Ben de hem hocalık yapıyor hem de müsabık olarak yarışıyordum. 1985 yılında Hatay da yapılan ve müsabıklığı bıraktığım şampiyonaya kadar girdiğim her Türkiye Şampiyonasında katada birinci oldum. Kumitede ise ilk üçe girdim. 1985 yılındaki şampiyonada ise hem katada hem de kumitede birinci olarak Türkiye’de bir ilki başardım. O tarihten önce ve sonra bir Grand Şampiyon çıkmadı. Bu gururu ömrüm boyunca yaşayacağım.
Hasan OKUŞ: Çok güzel bir duygu, harika. Peki sensei simdi izniniz olursa o yıllarda yaşanan bir kaos sürecini sizin değerlendirmenizi isteyeceğim. Ben bu soruyu daha önce Atilla senseiye de sormuştum ama şimdi Türk Karate tarihine ait ne varsa o günleri yasayanların hayattayken tarihe not düşmeleri anlamında size de soruyorum. 1984 yılında TKF dan standardizasyonu ile ilgili çok zorlu bir konuyu masaya yatırdı. Zorluydu çünkü mevcut danların tamamının iptali söz konusuydu. Ve çok ciddi spekülasyonlar yaşandı, öyle ki konu ülke içinde mevcut kurullar tarafından çözümlenemeyecek boyuta yükselince Almanya’dan Hideo OCHI sensei getirtilmişti. Neler oldu ve sonra nasıl çözümlendi bu konu?
Sensei Dr. Alev ORAL: Karatede gelişmeler yavaş ama sağlam bir biçimde ilerlemekte idi. 1986 yılında EAKF kendi kendisini feshetti ve son Avrupa şampiyonasıda Türkiye’de yapıldı. Şampiyona öncesi ben ve Sensei Bülent BAKKALOĞLU yapılan uluslararası hakem imtihanını kazanarak bu şampiyona da hakem olarak görev aldık. Milli Takımımızı Sensei Atilla ÇELİKTÜRK çalıştırdı ve Türkiye tarihinde ilk kez Gençler Avrupa Takım Şampiyonu oldu. O dönem Federasyon başkanımız Sn. İbrahim ÖZTEK idi. Yapılan Federasyon toplantılarında standardizasyon konusu sıkça gündeme gelmekte idi. Zira Türkiye’de çok sayıda siyah kuşaklı Karateka vardı ama bunların imtihanları merkezi bir otorite tarafından yapılmadığı için düzenlenen seminerlerde çok büyük teknik seviye farkları olduğu gözlemleniyordu. Bu nedenle bir düzen sağlamaya yönelik çareler aranıyordu. Sonunda Türkiye’deki her siyah kuşaklı karatecinin bulunduğu danla ilgili yeni den sınava girmesi düşünüldü. Burada amaç seviye belirlemekti. Almanya’dan Hideo OCHİ Senseinin bu sınavı yapmasına karar verildi. Yine Sensei Ahmet SÖNMEZ in desteği ile Sensei Türkiye’ye geldi. Ancak çok fazla sayıda siyah kuşaklı olması nedeni ile Federasyonun belirlediği sınırlı sayıda sporcunun bu sınava girmesine ve başarılı olanların daha sonra diğer sporculara seviye belirleme sınavı yapmalarına karar verildi. Amaç mevcut danların iptali değil ülkemizde belirli bir teknik standardın sağlanması idi. Ben de mevcut danımı riske ederek bu sınava girdim. Ama maalesef bu işte başarılı olamadık, hemen herkes bizim karşımızda yer aldı. Bu işten fayda yerine Türk Karatesine büyük bir zarar geldi. O güne kadar yaptığımız bütün insana yönelik yatırımlar yıkıldı. Bizden sonra gelen ve çok sağlam temellere sahip olan arkadaşlarımız bizlen yollarını ayırdılar. Demek ki biz kendimizi iyi ifade edemedik diye düşünüyorum. Ama eğer o hareket tutsa idi Türkiye’nin teknik düzeyi bugün daha yukarılarda olabilirdi. Çok net hatırlamıyorum ama daha sonra hiç kimse seviye belirleme sınavına girmedi ve zaman içinde bu harekette unutuldu gitti.
Hasan OKUŞ: Bugünden bakıldığında Türk Karatesini teknik anlam da eksenine oturtacak zorlu ama çokta gerekli adımlar olarak görüyorum yaptıklarınızı. Acaba diyorum o kırılma camianın önde gelenleri arasında bir konsensüs oluşturulsa yaşanmayabilir miydi, camia ortak yarar adına böyle bir çalışmanın gerekliliğine daha önceden hazırlanabilirmiydi. Evet, bugün keşke diyorum, keşke o kamplaşmalar yaşanmasaydı, ama bunlar artık tarih oldu ve burdan ote onumuze bakmak zorundayız. Simdi gelelim satır arasında altını çizdiğiniz bir ayrıntıya. Sensei Atilla ÇELİKTÜRK’ ün çalıştırdığı Türk Karate milli takımı İstanbul’da 1985’te yapılan son EAKF şampiyonasında ilk kez Avrupa şampiyonu oldu ve ardından biz de ülke olarak IAKF’teki kaydımızı WUKO*WKF ye aktardık. Siz bu her iki dünya organizasyonu içersinde de çok ciddi görevler yapmış bir teknik adam olarak IAKF ve WUKO’nun Karate DO algılarını nasıl yorumluyorsunuz? Bu yeni durum dünya tatemilerine ve tabii ki dojolarımıza nasıl yansıdı?
Sensei Dr. Alev ORAL: WUKO isimli organizasyon farklı Karate ekollerini bir araya getirerek hepsini ortak bir payda etrafında toplamak amacını güdüyordu. İlk yıllarda müsabaka kuralları EAKF kuralları ile örtüşmekte idi. Her Ekol kendi içinde geleneksel çalışmalarını yürütüyordu. Ama sonra kurallar değişmeye giderek Taekvando müsabakalarına benzemeye başladı. Müsabakalarda kullanılan Karate teknikleri nin sayısı azaldı. Örneğin Mae-Geri dojolarda öğretilmemeye başladı. Karateye ruh veren Shobu İppon anlayışından uzaklaşıldı. Bütün bunların sonucunda özümsenmesi yıllar alan geleneksel Karate den uzaklaşıldı. Şimdi dojolarda t-shirt ve eşortman altı ile çalışan sporcular var. Bunu karate ile bağdaştırmak mümkün değil. Çok açık söylüyorum önümüzdeki 10 yıl içinde geleneksel ekoller tamamen terk edilecek. İşin kötüsü geriye dönüş de mümkün görünmüyor zira elde ehil hoca kalmayacak. 40 yıl önce olduğu gibi dışarıdan geleneksel ekollerin hocalarını getirtmek zorunda kalınacak. İşte bu gerçeği gören birçok ülke geleneksel ekollere dört elle sarılıyor. Müthiş bir faaliyet içindeler. Sürekli yenilikler yaparak bu bilgilerini seminerler aracılığı ile paylaşıyorlar. Bizde ise bırakın geleneksel karateyi, modern karate ile ilgili bilgi paylaşımı da yok. Biz dünya şampiyonu bir ülkeyiz. Bu demektir ki dünyanın en iyi antrenörleri ve sporcularına sahibiz. Ama söyleşinin başında bahsettiğimiz gibi tüm faaliyetler iki bölge üzerinde yoğunlaşıyor. Hadi geleneksel ekollerden vazgeçtik ne için bölgeler milli takım antrenörlerini ya da eski şampiyonları davet edip eğitim seminerleri düzenlemezler. Hangi bölge Spor Akademisi hocalarına seminer vermeleri için başvuruyor. Geçen yıl Kuşadası’ndaki Federasyon Seminerinde antrenörlerin Federasyona ilettikleri iki sorun öne çıktı: 1-Salonlarda öğrenci sayısının azalması 2-Dan sınavlarının salonlarda yapılması. Hiç kimse eğitim eksikliğini sorun olarak görmüyor. Korkarım bu anlayış ile İstanbul ve Kocaeli bölgelerinin dışına genişlemek pek mümkün olmayacak.
Hasan OKUŞ: Evet Türk Karatesi gerçekten çok kaygı verici bir eksen sapması yasıyor, bu sürece doğru etki etmek, bu süreci toparlamak mümkün mü çok bilmiyorum ama şurası çok açık, Karate DO sanatına sanat özelliği katan değerler bir bir unutuluyor. Bir anlatılan Karate DO’ ya bakıyorsunuz bir de yapılana, inanılmaz bir doku uyuşmazlığı var! Bugün ülkemiz Karatesi JKA’ya çok yabancılaştı , oysa JKA’da bir yardımcı antrenör sertifikasyonu alabilmek için dan, yas, tahsil gibi ayrıntılarla beraber HOMBU DOJO’da İKİ YIL SÜREN ANTRENÖR KURSUNA KATILMAK LAZIM , iki yıl sonunda yapılan testler başarıyla geçilirse YARDIMCI ANTRENÖR’ lüge hak kazanılmış olunuyor! Evet, Karate DO antrenörlüğü böyle ciddi bir iş. Sensei, siz sorunu çok net ifade etmişsiniz, önce EGİTİM denmediği sürece bu negatif akım devam edecektir. Maalesef su an her şey kürsü odaklı ve kariyer öncelikli. Böyle olunca tabii ki dojolarımız nitelik ve nicelik bakımından daha çok yok oluyor. Bu çok üzücü ve kaygı verici bir durum. Toparlayacak olursak, siz uzun yıllar sonra tekrar İngiltere’ye döndünüz ve yeniden orada uzunca bir süre yaşadınız, bilgi ve gözlemlerinizi bir kere daha tazeleme imkânı buldunuz, şimdi soruyorum size, İngiltere Karate federasyonu spor Karate ile Geleneksel Karate DO kurumlarını nasıl bir arada tutuyor, bütçeleri, kuşak imtihanları, kurs ve seminerleri, milli takım oluşumları genel işleyişlerini hangi kıstaslar üzerine kurmuşlar, nasıl bir kurumsal anlayış geliştirmişler?
Sensei Dr. Alev ORAL: Evet, orada yönetim anlayışı bizdekinden çok farklı. İnsanlar kendi tercihlerini yapıyorlar ve ne çalışacaklarını seçiyorlar. Bizdeki gibi merkezi bir Federasyon yok. Yerine çeşitli Karate Federasyonlarının faaliyetlerini ülke çıkarları açısından denetleyen bir üst kurum var. Dolayısı ile devlet Federasyonları yönlendirmiyor. Bir başka hususta Federasyonların bağımsız bütçeleri var yani devletten maddi açıdan bir beklentileri yok. Bu bütçeler üyelerden sağlanan aidat, imtihan parası vb. gibi kaynaklardan sağlanıyor. Dolayısı ile WKF veya başka bir kuruluş kendi faaliyetini yürütüyor. JKA İngiltere, JKA Avrupaya ve her ikisi de JKA genel merkezine bağlı olarak faaliyetlerini sürdürüyor. Tabii bahsettiğimiz ülkeler milli gelir seviyesi bizimkinden çok daha yüksek olan ülkeler. Dolayısı ile refah seviyeleri yüksek. İnsanlar hobilerine zaman ve para ayırabiliyorlar. Şimdi bir fikir jimnastiği yapalım. Eğer devlet yardımı olmaza ülkemizde hangi Federasyon sporcu aidatları ile ayakta durabilir? Ya da eğer Sn. R. Tayyip ERDOĞAN İstanbul Belediyesinde spor ile ilgili uygulamaları başlatmasa idi o günden bugüne kaç tane şampiyon çıkarabilirdik? Dolayısı ile merkezi otorite tercihini bir yönde belirliyor ve bizlerde o tercihe uyuyoruz. Ama ne olursa olsun bence gerek geleneksel gerekse modern karate eğitimi konusunda Federasyon Eğitim Kurumlarının ve Bölge Temsilcilerinin daha faal olmaları lazım diye düşünüyorum ve Sayın Federasyon yetkililerinin bu konuya daha fazla önem vereceklerini umuyorum.
Hasan OKUŞ: Sensei bizim Türk Karate toplumu olarak çok temel bir sorunumuz var, biraz uzun olacak belki ama izninizle açmak istiyorum. Bir ülkenin gelişmişlik kıstası en az milli geliri kadar o gelirin adaletli dağıtımı ile de ilgili, bir ülkenin gelişmişlik kıstası milli geliri kadar kişi başına düşen sanatçı, sporcu, antrenör, doktor, mimar, mühendis, öğretmen sayısıyla da ilgili, bir ülkenin gelişmişlik kıstası eğitime verdiği değerle de ilgili..! Güzel bir söz var ”Eğitim bu neslin gelecek nesillere borcudur” hepimiz bu borcu bir vatan borcu olarak yüklenmek zorundayız. Söyleşimizin başında bir Chevrolete 8 kişiyi sıkıştıran 5 çılgın Türk ten söz etmiştik bu borç öyle bir borç! Şöyle bir geriye dönüp baktığımız da Türk Karatesinin gelişimsel çizgisinde 1970’ler 1980’li yılları hazırlamış, 1980’ler 1990’ları hazırlamış, 1995 sonrası ise önemli bir kırılma sürecine girilmiş, 2000’li yılları aştığımızda CD izleyerek Anadolu ya kurs vermeye giden ”oy sahibi!” antrenör tipi ortaya çıkmış! Birçok değer birbirlerine karşı ötekileşmiş ve giderek büyük insanlığın ortak mirası olan Karate DO kültürüne çok ciddi bir yabancılaşma sürecine girilmiş. Sonra bizler basiretimizi kaybetmişiz, demokratikleşmenin bir ölçeği olarak ortaya konan sandığa sevgimizi, saygımızı, ufkumuzu kilitlemişiz!
Şimdi burada sözü biraz toparlamak istiyorum, benim kişisel kanaatimce de ülkemizin sosyo ekonomik yapısı henüz kendi ayakları üzerinde durabilecek özerk bir Karate federasyonuna müsait değil ve daha uzunca bir süre de devlet desteğine ihtiyaç duyulacak. Ama belediyelerin doğru bir planlama ile üzerine gidildiğinde ne kadar likit ve verimli kaynaklar oluşturduklarını görmek umut verici. Özerklik tabii ki bir dünya gerçeği, bizlerde eğer bürokrasinin ceberrutlugunu aşmak istiyorsak özerk yapımızı güçlendirmek zorundayız. Ve de Türk Karate DO sunu gelecek nesillere dogru ve donanımlı bir formasyonla taşımak icin önce içine düştüğümüz sandık kaygısını aşmak,bilgi ve deneyimiyle hizmet etmeye hazır insanları ötekilikten kurtarmak zorundayız..
Bakın Atatürk ”Türk Öğün, Çalış, Güven” diyor. Öğünüyoruz, çalışıyoruz ama maalesef birbirimize güvenmiyoruz! Evet, sensei bizim en temel sorunumuz bu: BİRBİRİMİZE GÜVENMİYORUZ! Ama artık Türk Karatesi bu olgunluğa ulaşmalı Sensei ben bu sıcak sohbetin ve sizin samimimi yetinizin havasına kaptırarak içimi döktüm umarım sıkılmadınız. Şimdi tekrar EAKF’ten WUKO’ya geçiş yaptığımız yıllara dönelim. 1985 yılında IAKF fes oldu ve bizde ülke olarak WUKO ya kaydolduk demiştik. Türk Karatesi bu virajı nasıl aldı, bu yıllar önemli bir tarihi kesittir. Planlama, dış ilişkiler ve uyum yönünden 1985–1990 arasında nasıl bir geçiş süreci yaşadık?
Sensei Dr. Alev ORAL: Bu aşamada Türk Karatesi için yeni bir dönem başladı. IAKF ile WUKO’ nun hakem kuralları birbirinden çok farklı olmadığı için çok zorlandığımızı söyleyemem (gerçi günümüzde o kurallar tamamen değişti). Bu yeni dönemde Atilla ÇELİKTÜRK ve Hakan ALPAY Senseilerin kişisel çabaları ile Türkiye WUKO içinde kendisine hızla önemli bir yer edindi. Onlardan sonra gelen antrenör arkadaşlarımızda çıtayı dahada yükseklere taşıdılar. Allaha şükür Türk Karatecilerinin ferdi ve takım şampiyonalarında Dünya Birincisi olduğu günlere kavuştuk. Ayrıca Türk Hakemlerinin gösterdikleri başarıyı ve geldikleri noktayı da takdir etmeden geçmemek lazım.
Söyleşimizi tamamlarken özellikle belirtmem gerekir ki, anlattıklarım benim yaşadıklarımdır. Bunun anlamı Türkiye’de benim içinde bulunduğum camianın dışında olan Sensei Ahmet DOĞANER, Sensei Ferhat ÖZSERT ve Sensei Enver HANCI’nın ve onların öğrencilerinin de çok önemli katkılarını göz ardı etmemek gerektiğidir. Her şeyden önce onların varlığı ve yaptıkları çalışmalar bizi daima motive etti ve daha çok çalışmaya yöneltti. İsmi geçen hocalarıma da şahsıma ve Türk Karatesine yaptıkları hizmetler için çok teşekkür ederim, bugün aramızda olmayan tüm hocalarıma ve yol arkadaşlarıma da Allahtan rahmet dilerim.
Ropörtaj: Hasan OKUŞ
Yayıma Hazırlayan: Fatih Mehmet DOĞAN