MAKALELER

Türk Spor Tarihi

Published

on

Sporun tarihi İnsanın doğa koşulları ile karşılaşarak ona uyması doğada egemen olmaya başlaması ve kendini korumak için tek araç olan vücudu ve adalelerini geliştirmeye çalışması ile başlar

Spor ilk başladığında insanların fazla enerjilerini boşaltmak,sağlık ve güzelliklerini korumak ve boş zamanlarını değerlendirmek,ticari yararlar sağlamak için yapılmıyordu.Spor insanlık tarihi ile birlikte insanın kendini koruma mücadelesiyle başlamıştır.Savaşların beden gücüne dayalı olduğu çağlarda spor çalışmaları savaşa hazırlık dönemi oluşturmakta idi.Türkler de bu dönemde savaşa yönelik işlevleri olan sporları yapmış ve desteklemişlerdir.

Türk denince akla yiğitlik, askerlik, cengaverlik ve fetih gelir. Bu niteliklerin özünde ise, beden kültürü ve sportmenlik yatmaktadır. Günümüzün inceleme olanaklarının çok sınırlı kavramlara dayanmasına karşın, eldeki tarihsel bulgular ve belgeler göstermektedir ki, Avrupa’nın henüz uygarlıktan uzak bir yaşam sürdüğü dönemlerde, Orta Asya’da yaşayan Türkler beden kültürüne ve spor hareketlerine büyük önem vermişlerdir. Tarih, Türkleri en eski dönemlerden beri, sportmen bir ulus olarak kaydetmektedir. Türk spor tarihinde, ulusal tarihin hatta dünya tarihinin çok önemli bir bölümünü oluşturur.

Türk spor tarihinin M.Ö. döneme ait belgeler ve tarihi bulguları çok azdır. Türk sporunun en eski biçimi, askeri sporlardır. Bazı kitabelerde Türk Hakanlarının nasıl ava gittikleri, ok attıkları, düşmanlarıyla nasıl savaşıp, zafer kazandıklarını anlatan bazı kayıtlar bulunmaktadır.

Türkler, iyi ve temiz bir ruhun, kuvvetli ve cesur bir insanda bulunacağına inanıyorlardı. Hint, çin ve Mısır gibi eski ve kültürel toplumların beden eğitimine ait toplu ve ayrıntılı incelemeler yapılmamış olması nedeniyle, eski Türklerdeki bu çalışmanın da geniş kapsamlı olarak incelenmesini engellemektedir.

1200 Yıl evvel Cahiz isimli bir arap müellifi tarafından yazılmış Fazâil-ül Etrâk risalesinden bir alıntı yaparak Türklerin yabancı gözü ile bir tanımını yapalım.

“Türkün savleti şiddetli, azmi mekîndir. Atı hiç tetiğini bozmayarak düşman üzerine alabildiğine gider. Düşmandan korku nedir bilmeyen ve sırası gelince hayatını istihkâr etmekten kaçınmayan Türk, hayvanını böyle alıştırmıştır. Atını bir defa çevirse bile at dönmez bilâkis dolu dizgin gider. Meğer ki birkaç defâ zorlasın. Türk dönecek olursa da ölüm saçar. Çünkü ileri harekette olduğu gibi geri dönerken dahi okuyla vurur ve kemendinden emin olunmaz (Eski Türk süvârilerinin hücûmları kadar ric’atlarının da tehlikeli olduğunu, geri çekildikleri zaman at üzerinde birdenbire geri dönerek kendilerine yaklaşan düşmana yağmur gibi ok yağdırdıklarını başka müverrihler de kaydetmişlerdir.) Türk’ler ile mukayeseye değer bir ordu yoktur. Harîcîlerin ve Arapların at sırtında iken ok atmaları zikre şayan değildir. Türk ise at üzerinde iken vahşî hayvanları, kuşları avlar. Havaya atılan ok hedeflerini, saklanmış olan av hayvanlarını, yere dikilmiş nişanları, uçan yırtıcı kuşları, hayvanını dolu dizgin sağa ve sola, yukarı ve aşağı sevk ederken vurur. Harîcîler hedefe gözünü uydurup bir ok alıncaya kadar Türk on ok atar. Ârızalı yerlerde Türk, hayvanını harîcînin dümdüz yerlerde sürebilmesinden ziyâde sürer. Türk’ün iki önünde ve iki arkasında dört gözü vardır.

Hayvanlarından birini dinlendirmek isterse yere basmadan diğerine geçer.

Sür’at ile uzun zaman at üzerinde inkıtâsız gece ve gündüz beldelerden beldelere varmak husûsunda Türkler harîcîler ile birdir. Şu kadar ki harîcînin hayvanı Türk’ün atı kadar mütehammil değildir. Harîcî hayvanını yalnız süvârîler kadar tedâvi edebilir. Türk ise bu hususta baytardan daha hazıktır ve istediği gibi terbiye etmek için hayvanını kendi eliyle doğurtmuş ve taylığından beri kendi büyütmüştür. Hayvanı daima kendisine tâbi’dir. Arkasından gelir. Kendi sıçrarsa hayvanı da sıçrar. Türk eğer hayvanına ad takmış ise hayvan o adı bilir. Türk’ün bütün müddet-i ömrünü hesap etsen yerde oturduğu günleri nadir bulursun.

Türk diğer askerler ile yola çıktığı vakit onlar on mil mesâfe kat edinceye kadar av saydetmek için sağa ve sola ayrılarak dağların tepesine kadar gider. Yerde yürüyen, saklanan, yere konan hattâ uçan kuşları avlar.

Uzun menzillerde herkesin yorulduğu, meşakkatin şiddet kesb eylediği, artık hiç kimsenin ağzını açmağa mecâli kalmadığı, bir taraftan da soğuğun şiddetinden herkesin donmak raddelerine gelip önlerindeki yolun bitmesini beklediği zaman o dinçtir. Böyle meşakkatli ve imtidatlı yürüyüşlerden sonra konağa varıldığı zaman herkesin iki ayağını ayırıp oturduğu, hasta gibi inlediği ve rahatlanmak için kimi esnediği kimi dayanıp yattığı sırada Türk, bunların yürüdüğünün iki misli yol yürümüş ve avlanmak için onlardan ziyâde kendisini yormuş olduğu halde gözüne bir yaban merkebi veyâ bir geyik ilişecek olsa hiç yol yürümemiş ve hiç yorulmamış, sanki bütün o mezâhimi çeken bir başkası imiş gibi kemâl-i kuvvet ve şetâretle derhal avın arkasından sıçrar.

Eğer asker iki dağ arası dar bir vâdîde veyâ köprü başında sıkışacak olursa Türk, atını mahmuzlayarak asker arasından geçip diğer taraftan bir yıldız gibi doğuverir. Sarp bir geçitten geçecek olurlarsa yürümeği bırakıp dağın doruğuna yükselir ve diğer bir mahalden dağ keçisinin inemeyeceği korkunç yarlardan aşağıya sarkar ki sen Türk’ün kendisini nasıl bir muhâtaraya ilka’ eylediğine ve birkaç defâ bu gibi mahallerden aşmış ve geçmiş ise nasıl sağ kaldığına taaccüp edersin. Halbuki Türk dâimâ böyledir.

Türk’ler dâimâ hâl-i harptedir. Bu mücâdele din ve mezhep için olmayıp hürriyet, istiklâl ve ganîmet içindir. Türk hürriyetini ve irâdesini kimseye vermez.

Türk’lerin bünyeleri hareket üzerine müesses olup durgunluk ve sükûnetle başları hoş değildir. Zekâ ve fıtnat sâhibi olduklarından daima iş güç ile meşgul olmak isterler. Ruhî kuvvetleri bedenî kuvvetlerine faiktir.”

Türklerin meşgul olduğu sporlar, daima savaşla ilgilidir. Ata binmek, cirit oynamak, güreş, okçuluk, kılıç, gürz ve matrak talimi, hışt atmak, koşu, tokmak oyunu, av gibi sporlar bunların başlıcalarıdır. Ata binmek, çok eski çağlardan beri, Türkler için yürümek kadar doğal bir şeydi.

Türkler, adeta at sırtında doğar ve at sırtında ölürlerdi. Orta ve Ön Asya’da yetişen cüsse itibariyle biraz küçük, ancak yorgunluğa, sıcak ve soğuğa, her türlü eziyete, sıkıntıya fevkalade dayanıklı, çok süratli ve eğitilme yeteneği yüksek Türk atları, sahiplerini Çin Seddi’nden Orta Avrupa’ya kadar şerefle taşımışlardır. Nitekim bütün Türk devletlerinde sefer gücünün esasını süvari teşkil etmiş ve bunlar savaşların kazanılmasında büyük rol oynamışlardır. Osmanlı Devletinde de, gerek Kapıkulu süvarisinin ve gerekse Timarlı Sipahinin önemi çok büyük olduğu gibi, vezir ve beylerbeylerinin kapı halkı hemen hemen tamamen atlıydı.

Ata ve biniciliğe çok önem veren Türkler, eskiden beri at yarışları ve at üzerinde silah kullanma müsabakaları tertip ederlerdi. Cirit, bunların en önemlisiydi. Cirit, bir kol boyunda, ucunda temren denilen, demirden delici kısmı olan bir silah olup, kurutulmuş kayın veya şimşir ağacından yapılırdı. Savaşta süvari hücum ettiği vakit, ciridi düşmana fırlatırdı. Ciridi, uzun mesafeye atmakta Türkler pek hünerli olup, görenler hayrette kalırdı.

Güreşse, Türklerin çok eski millî sporuydu. Göğüs göğüse yapılan savaşlarda, güreş bilenin daima üstün çıkacağı kuşkusuz olduğu için, bu spor dalı Türkler arasında çok rağbet görmüş ve gelişmiştir. Türklerin asıl millî güreşi, yağsız karakucak güreşi idi. Sonraları, Rumeli’ye mahsus olan yağlı güreşlere de yer verilmiştir.

Eski Türklerde Güreşin adı “Yıkışma” veya “Yakalaşma”dır.Elbise ile yapılan eski güreşte,güreşi zorlaştırmak için zamanla ceket çıkarılmıştır 700 yıl kadar öncede çıplak vücuda yağ sürme usulü ile oyun uygulaması daha da güç hale getirilmiştir.

Türk spor kültürünü inceleyecek olursak ,Judo sporunun kökünü eski Türklerde buluruz.Judo elbiseli güreşten başka bir şey değildir.Orta asya’da Türk devletleri tarafından yaygın olarak yapılan ve tüm dünyaya tanıtılarak,artık Dünya şampiyonaları düzenlenen “Kuraş” judo nun atasıdır.Bu spor da judo elbisesine benzer bir elbise ile yapılır.

Okçuluk, Türklerin ünlü sporlarındandır. Çok eski zamanlardan beri harp sahasında kendileriyle karşılaşanlar, Türklerin ok atmadaki ustalıklarından hayranlıkla söz etmişlerdir. Türkler, kısa fakat çok kuvvetli yaylar kullanırlardı. Oku gerek piyade ve gerekse süvari olarak kullanmakta emsalleri yoktu. Süratle giden bir atın üzerinden, hedefe isabetli ok atarlardı. Okmeydanı’nda kurulan meşhur kemankeşler otağı, 15 ve 16. asırlarda emsalsiz üstatlar yetiştirmiştir. Bu arada lodos, poyraz, gündoğuşu, batı, kıble, karayel, yıldız gibi yönlerde esen rüzgârlara atılan kamış ve tahta oklarla kurulan menziller, yani kırılan rekorlar, erişilemeyecek kadar yüksektir.

Türkler, kılıç kullanmakta da ustaydılar. Bu, şimşirbazlık denilen bir sporun, yani bugünkü eskrim sporunun doğmasına sebep olmuştur. Türk kılıçları, başlıca yatağan ve pala olmak üzere iki kısımdı. Yatağan, yeniçeri silahlarından olup, meşhur kıvrık Türk kılıcıydı. Pala ise daha ziyade bahriye askeri ve süvariler tarafından kullanılırdı. Pala, düz, genişliği ucuna doğru biraz artan ve bu yüzden hafifçe öne kıvrık gibi görünen bir silahtı. Türklerin gürzleri de ünlüydü. Bunlar yekpare saplı veya zincir saplı olurdu. Spor için ise somak veya mermer gürz kullanılırdı. Talim gürzleri, ikiyüz okka (256.5 kg) kadar olurdu. Bununla müsabakalardan önce çok idman yapılırdı. Gürz, sağ ve sol elde, değişik yönlerde, belli kaidelerle çevrilip sallanarak, kaldırılıp indirdilerek kullanılırdı.

Türklerin en dikkat çeken sporu, muhakkak ki tokmaktır. Bu oyun, bugünkü futbolun babası olup, Orta Asya’da çok makbul bir spordu. Meşhur Ali Kuşçu’nun kısaltarak Türkçeye çevirdiği Tarih-i Hata ve Hoten adlı, aslı o taraflara giden İranlı bir tüccar tarafından yazılmış eserde; Türklerin öküz ödünü şişirip, ayak topu oynadıkları, yahut ata binerek değnekle bu topa vurmak suretiyle müsabakalar düzenledikleri nakledilmektedir. Tokmak, aslında, tabanı kösele olmayıp, üstü gibi deriden yapılmış kısa konçlu bir çeşit çizmenin adıdır. Öküz ödünden yapılmış top oynanırken, ayağa bu giyildiği için adına tokmak oyunu denilmiştir.

Günümüzde Dünyaya yayılmış olan ve “Uzakdoğu sporları” adıyla tanınan “Martial Arts”(mücadele sanatları) Türk kökenlidir.”Kung-Fu” olarak bilinen Wu-Shu nun tarihi 3000 yıldan fazladır.Çin in gerçek tarih yazarlarına göre Wu-shu Türklere ait bir spordur. Çinliler Türklerin saldırı ve savunma sanatlarındaki ustalığından,uzaydan bile görülebilen meşhur “Çin seddi” ni yapmak zorunda kalmışlardır. 1600 lü yıllarında çin in Okinawa adasını işgali ile adaya gelen kempo hocaları tarafından kurulan Okinawa-te nin günümüzdeki adı Karate-do dur

Halk Edebiyatı örnekleri ve bazi sav’larda (atasözleri) geçen sözcük ve deyişler, eski Türklerde, kavga biçiminde olmasına karşın, oyun anlayışı ile yapılan yumruk döğüşleri nin boksun ilkel bir biçimi olduğunu, ancak, Türkler adına , boksun önemini kanıtlamaktadır.

insanın, hem de güçlü insanın yumruklarını kullanması ve yumruklanın etkili olduğunu göstermesi için, bazı kurallar içinde hareketler yapması doğaldır.

Bu oyunun ilk görüldüğü ve oynandığı yıllar, kesin olarak belirlenmiş değildir. Ancak Türklerin bu oyunu, değişik biçimleriyle yüzyılar boyu uyguladıkları bir gerçektir. Hatta Yakut Türklerinde “Pujila” adı verilen bir tür boks da, oldukça yaygın ve bilinen bir türü idi. Louvre müzesindeki, Aşunnak kazılarında bulunan M.Ö. 2000 yılları başlangıcına ait, pişirilmiş topraktan bir Babil kabartmasında, iki boksörün mücadelesi görülmektedir. Sağ ayaklarını öne basan, sağ yumruklarını savunmaya hazır tutan, sol yumruklarını hız alma yada engelleme durumuna sokan bu iki, sakallı boksörün vücutlarının üst bölümü çıplak, alt bölümü ise dizlerine kadar inen bir eteklik ya da önlük ile örtülüdür.

Ellerinde bandaja benzer bezler sarılıdır. Bütün bu belirtiler, boksun ilk uygulamasının Mezopotamya’ya mal edilmesini haklı çıkaracak nedenler olabilir. Eski Türklerde boks yapacak kişilerin çesitli nedenlerle ön hazırlık yaptıkları bilinmektedir. Bunlardan bazıları balçığa ya da alçıya yumruk atmak suretiyle yapılan çetin idmanlardı. Balçığa yumruk atmak, hem bileği hem de pazıyı kuvvetlendiren bir harekettir. Türk genci, balçık çamurdan yaptığı bir yığına, her gün binlerce kez yumruklarını düzenli olarak batırır, çıkarırdı. Balçık gün geçtikçe yumuşaklığını kaybeder. Her geçen gün biraz daha sertleşmesine karşı, çalışma sürdürülürdü. Belli bir süre sonra, sert cisimlere vurabilecek kadar yumruğu güçlenirdi.

Bütün bu sporlarda muvaffak olmanın en büyük ödülü, kazanılan nam ve şandı. Bu sporlar, Türk milletini ve özellikle askerî kuvvetleri, güçlü, çevik, mahir, meşakkate dayanıklı, iyi silahşör, soğukkanlı, mükemmel savaşçılar haline getirmiş, onlar da kendilerini her zaman zaferden zafere götüren bu hassalarını muhafaza için, sulh zamanlarında da talim ve sporu terk etmemişlerdi. İdmanlarını her zaman seve seve yapan Türkler, bu sayede iyi bir spor terbiyesine ve bunun temin ettiği maddî ve manevî faydalara sahip olmuşlardır.

MÖ 100 yıldaki eski Çin kaynaklarına göre Amur Bölgesi’nde oturan Türk kabilesinin yaşantısı hakkında bilgi verilirken, halkın ayaklarına 15 cm genişliğinde ve 160 cm uzunluğunda tahtalar takarak kar ve buzda ev hayvanlarını kolaylıkla avladıklarından söz edilmektedir. Bu da kayak sporunun tarihteki ilk örneklerinden biridir. Tarihçi Prof. W. Eberhard yine bu kaynaklara dayanarak eski Türkler’de kayak ve kayakçılığını mevcut olduğundan söz eder. Yine MÖ 500 yıllarında Çin halkının ayaklarında kayakla gördükleri Türkler için “tahta bacaklı, at ayaklı, benekli ala at” gibi tanımlar kullandığı saptanmıştır.

İsviçreli Prof. Hess kayak tarihini incelerken “Bütün kış karla örtülü olan Sibirya’nın kayakçılığın asıl vatanı olması tabii olduğu gibi, tarihi deliller de Sibirya’nın en kuzey noktalarında yaşayan Türk ve Moğol kavimlerine” kayağın buluşunun ait olduğunu söylemektedir.

Eski Türkler’in dinsel geleneklerine göre yaptıkları çeşitli sportif etkinlere Kırgızlar’ın çocukların doğumunda kadınların da katıldığı 265 km’lik bir mesafe üzerinden geleneksel koşu yaptıkları, Tunguzlar’ın düğün törenlerinde 107 kilometrelik yaya koşular düzenlediği, hız alarak çift ve tek ayakla uzun atladıklarını da ilave edebiliriz.

Yine Orta Asya’da futbola benzeyen tepük adıyla oynanan bir oyundan Kaşgarlı Mahmut, Divan-ı Lügat-ül Türk adlı eserinde söz etmektedir.

Yazan: Oğuzhan GENÇ

Yararlanılan kaynaklar:

Prof Dr. Özbay Güven…… ”Türklerde Spor Kültürü
Halîm Bâkî Kunter……………”Eski Türk Sporları üzerine araştırmalar”
Prof.Dr.İbrahim Öztek………. “Budo Sözlüğü”
Atıf Kahraman…….. “Osmanlı Devleti’nde Spor”
Yunus Tayga……………… “ Türk spor tarihine Genel bakış”
İnternette kaynak belirtmeyen çeşitli siteler…..

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Trending

Exit mobile version